Batılılar, Müslümanlara akla hayale gelmeyecek işkenceler, vahşetler yapmışlardır. Halbuki Müslümanlar, hiçbir canlıya hiçbir zaman zulüm yapmamışlardır…
Batılılar, İslâma olan, kin ve garazlarından dolayı sömürgeleri altında bulunan memleketlerde, Müslümanlara akla hayale gelmeyecek işkenceler, vahşetler yapmışlardır. Halbuki Müslümanlar, dinli dinsiz hiçbir canlıya hiçbir zaman işkence, eziyet, zulüm yapmamışlardır…
Hindistan’a ilk ayak basan Avrupalılar Portekizlilerdir. 1498 senesinde Hindistan’ın Malabar sahilindeki Kalküta şehrine gelen Portekizliler, ticâret ile uğraşmış ve Hindistan ticâretini ellerine geçirmişlerdi. Daha sonra, Hollandalılar Hindistan ticâretini Portekizlilerden almışlardır. Hollandalılardan da Fransızlar almışlar, daha sonra da çeşitli oyunlarla İngilizler buralarda hâkimiyet sağlamışlardır…
İngilizler ilk olarak 1600 senesinde, Hindistan’ın Kalküta şehrinde ticârethâneler açmak için Ekber Şâh’tan izin aldılar. Gönüllü asker toplayarak, kendi hesabına silahlandırmak, donanma tertip ederek, Hindistan’a askerî ve ticari seferler yapmak imtiyâzını da aldılar.
Ekber Şah bozuk itikâdlı kimse idi. Bütün dinleri aynı derecede tutardı. Hattâ, muhtelif dinlere mensup âlimleri toplayarak, bu dinlerin karışımı, umuma şâmil ve “müşterek bir din” kurmaya çalıştı! 1837’de hükümdar olan Bahadır Şah, İngilizlerin yaptıkları zulümlere dayanamayarak, 1857’de, İngilizlere karşı askerlerin ve halkın teşvîki ile büyük bir ayaklanma başlatıldı. Fakat çok geç kalınmıştı…
İngilizlerin Şah’a karşı tepki ve zulmü çok şiddetli oldu. İngiliz askerler, Delhî şehrine girince, evleri, dükkânları basıp, malları, paraları yağmaladılar. Genç, ihtiyâr, kadın erkek demeden bütün Müslümanları, hattâ çocukları kılıçtan geçirdiler.
Sonra Sultân’ın teslim olması hâlinde cânına ve âilesine dokunulmayacağına dair teminat verdiler. Şâh teslim oldu. Fakat, Sultânın iki oğlu ve torununu yakalayamadılar. General Wilson, bunların da canlarına dokunulmayacağına dâir teminat verdi. Fakat, Sultân’ın iki oğlu ve torununu ele geçirince, sözlerinde durmayıp hemen zincire vurdular. Şâh’ın iki oğlu ve bir torununu elleri bağlı olarak Delhî’ye getirirken yolda, komutan, genç şehzâdeleri soydurup, bizâtihi kendisi göğüslerine kurşun sıkarak şehit etti. Kanlarından içti! Bu genç şehitlerin cesetlerini, halkı korkutmak için kale kapısına astırdı. Bir gün sonra başlarını, Genel Vâli Henri Bernard’a gönderdi. Sonra; burada yazmaktan bile hayâ edeceğimiz tüyler ürperten işkenceler yaptılar…
Evet, Batı’nın sözde aydınları insan aklının alamayacağı derecede alçalarak, böyle vahşilikleri çekinmeden yapabildiler. Bunları yapanların bugünkü bozuk şekliyle de olsa, Hıristiyan bile olmaları mümkün mü?..
Ahmet Demirbaş