Türkiye’de medya da oldukça büyük sıkıntılara sahip. Özellikle toplumsal karşılığı da fazlasıyla bulunan kamplaşma ortamında medyanın kullandığı dil de alabildiğine sert ve acımasız. Son örneğini 10 Kasım’da Akit Tv sayesinde yaşadık. Fakat buna benzer pek çok örnek hemen her gün medyada kendisine yer bulabiliyor. Provokasyon olarak adlandırılabilecek pek çok girişim var ve bu, toplumsal yapıdaki siyasi kompartımanların değerleri istismar edilerek, kitlelerin hassasiyetleri kaşınarak yapılıyor. Uzun yılların kavgaları günümüze uyarlanarak sürdürülüyor ve bir nevi siyasi bir hesaplaşmanın yaşandığını görüyoruz.
Anaakım olarak tabir edilebilecek “ılımlı” bir medya dilinin neredeyse yok olduğu bir atmosferde, doğal olarak hemen bütün medya kuruluşları da radikalize oluyorlar. Toplumsal kamplaşmanın bir nevi tezahürü olarak, iktidarın söylemini dile getiren bir grup ile muhalif söylemi dile getiren bir grubun çatışmasına maruz kalıyoruz. Gerçekler kimsenin umurunda değil. Aslolan, maruz kaldığımız büyük söylem savaşıdır ve bu da alabildiğine siyasidir, siyasi sonuç almaya yöneliktir.
Özellikle Ak Parti ile Gülen Cemaati arasında vuku bulan “büyük savaş” hala enerjisini tüketmiş değil. İktidara ve cemaate yakın medya oluşumlarına bir göz atmanız dahi bu savaşın hala tüm şiddetiyle sürdüğünü gözler önüne seriyor. Haberlerin gerçeklerle alakalı olmasına gerek bile yok. Az önce de belirttiğimiz gibi aslolan siyasi sonuç alınabilecek, siyasi avantaj sağlayabilecek bir “haber” yapabilmek.
Durum böyle olunca da doğal olarak Türkiye medyası hiç de olumlu bir evreden geçmiyor. Her siyasi/toplumsal kompartımanın kendisine ait bir gazetesi, televizyonu vb. var ve haber akışları bu kanallar üzerinden, kendi siyasi filtresinden geçirilerek servis ediliyor. İşin bir diğer boyutu da zaten burada patlak veriyor. Türkiye’de insanlar siyasi anlamda bir diğerini tanımıyorlar bile. Zaten hemen herkes kendisini ait hissettiği siyasi kompartımanın gazetesini okuyor, televizyonunu seyrediyor. Ötekine ait olanı izlediğinde/okuduğunda da “stres atmak” için kullanıyor.
İşte medyanın bir başka işlevi de burada ortaya çıkıyor. Hemen herkesin bir şekilde ülke gündemini takip ettiği bir alanda şahsi ya da grup çıkarlarınızı öne alarak düzenleyeceğiniz söylemler, toplumsal güvenliği de riske edecektir. Bu karşıt ve gerçekdışı söylemler vasfıyla toplumsal yapıda var olan çatlakları genişletmeye sebep olabilirsiniz ya da yeni faylar oluşturabilirsiniz. Bugün içerisinde yaşadığımız atmosfer aşağı yukarı bunu gösteriyor.
Elbette ki bütün medya oluşumlarının tam sorumlulukla hareket edeceği bir zaman dilimine şahit olamayız, bu da gerçekdışı bir tahayyüldür. Fakat en azından gazetecilik mesleği asgari şartlarda dahi olsa icra edilebilir diye düşünüyorum. Zaten günümüzdeki medya sorunumuzun temelinde de bu var. Bizim medya gazetecilikten ziyade grup çıkarlarının savunuculuğunu üstlenmiş vaziyette. Bu da doğal olarak “gazeteci sıfatlı tetikçiler” yetiştirilmesine zemin hazırlıyor. Her grup, kendisine bir şekilde bağlı olan medya olanakları üzerinden “kendi doğrularını” bizlere iletiyor ve bunlar sayesinde bir kamuoyu oluşturmaya çabalıyor. Halbuki gazetecilik, önce halk için yapılır, insan için yapılır. Belirli bir siyasi grubun ya da sermaye odağının menfaatini savunmaya yönelik yapılmaz. Medyanın üzerine düşen sorumluluğu hakkıyla yerine getirmesi, kuşkusuz demokrasimizin sağlıklı gelişimi için de olmazsa olmaz koşuldur. Umuyorum ki bugünler de geçer ve daha aydınlık günlere kısa zamanda erişiriz.