Tarihi çok eskilere dayanan ve dünyanın en büyük dillerinden biri olan Türkçe’yi konuşan Türklerin, asırlar boyunca medeniyet dünyasına kazandırdıkları herkesin malumudur.
Türklerin tarihteki ağırlığına nispetle konuştukları dil olan Türkçe‘ye ise yeteri kadar değer verilmemiştir. Oysa Türk diliyle, değişik alfabeler kullanılarak birçok eser meydana getirilmiş ve bu eserlerle medeniyet tarihine ışık tutulmuştur. Genellikle yazıldığı gibi okunan, istisnaları fazla olmayan sistematik bir dil olan Türkçe’yi öğrenmek zannedildiği kadar zor değildir. Hatta günümüzde, Türkçe’nin bilgisayar diline en uygun dillerden biri olduğu çeşitli çevreler tarafından dile getirilmektedir.
Türkçe’nin Tarihî Görünüşü
Bugün, dünyada yaklaşık olarak 200 milyon insan Türkçe konuşmaktadır. Yani Türkçe dünyada en çok konuşulan 6. veya 7. dildir. Hâl böyleyken Türk dili, Türklerin en çok konuştukları yer olan memleketimizde yeterince alâka görememektedir. Dilimiz, tarihin bazı dönemlerinde bugün olduğu gibi birtakım dillerin boyunduruğu altına girmiştir. Türklerin ilk yazılı kaynaklarından olan Orhun Abidelerinden anlaşıldığına göre dilimize, 7. asırda bile Brahmice ve Çince’den kelimeler geçmiştir. Karahanlı Devletinin İslâmiyet’i din olarak seçmesinden sonra, Türkçe’ye Arapça kelimeler girmeye başlamıştır. 1072 yılında Kaşgarlı Mahmut, Türkçe’nin üstün yönlerini göstermek ve Araplara Türkçe öğretmek gayesiyle Dîvânü Lûgati’t-Türk adlı kitabı kaleme aldı. Selçuklular devrinde ise, özellikle resmî yazı dilinde Türkçe hemen hemen hiç kullanılmamaktaydı. Selçuklularda resmî yazışma dili ve edebî dil Farsça, ilim dili ise Arapçaydı. Bugün, elimizde bu dönemden kalma çok az sayıda Türkçe kitap mevcuttur. Selçuklu Devleti yıkıldıktan sonra, Beylikler döneminde ise Türkçe önem kazanmağa başladı. Bunda Beyliklerin başında bulunan beylerin Arapça ve Farsça’yı çok iyi bilmemeleri ve Türkçe kitap yazan âlimleri korumaların önemli rolü vardır. Yine de Türkçe eser yazan âlimler “Türkçe eser kaleme alırken zorlandıklarını, o devrin devâsâ dilleri olan Arapça, Farsça karşısında Türkçe eser yazdıkları için ayıplanmamaları gerektiğini” söylerler. Özellikle 13 ve 14. yüzyıllarda yaşayan Yunus Emre, Gülşehri, Aşıkpaşa gibi şairler Türkçecilik şuuruyla hareket etmiş ve mükemmel eserler meydana getirmişlerdir. Farsça’yı edebî dil olarak kabul eden Türklerde, Farsça’nın etkisi büyük olmuştur. Bu dil, sadece Anadolu’da yaşayan Türklerin arasında değil, Orta Asya’da yaşayan Türkler arasında da yaygın bir hâle gelmiştir. Âlimler eserlerini Türkçe yazmaktan çok, Farsça yazmaya özen göstermişlerdir. 15. yüzyılda Türkçe’nin düştüğü bu duruma üzülen büyük Türk şairi, edibi, tarihçisi, musikişinâsı Ali Şir Nevâî, Türkçe’nin Farsça’dan üstün olduğunu ispat etmek için Muhâkemetü’l-Lugateyn adlı kitabı yazdı. O, Farsça’yı da birçok Fars’tan daha iyi biliyordu. Ali Şir Nevâî’den önce çekine çekine Türkçe eser meydana getiren âlimler, ondan sonra, daha fazla ve gocunmadan Türkçe eser vermeye başladılar. Yani Nevâî o devirde sadece Orta Asya Türklüğünün değil, bütün Türklerin yollarını aydınlatmış ve ufuklarını açmıştır.
Dünyanın en büyük devletlerinden biri olan Osmanlı Devletinin ilk dönemlerinde ise, Arapça ve Farsça’dan Türkçe’ye geçen kelimeler çok fazla değildi. Bu kelimelerin giriş hızı 15. yüzyıldan itibaren artmaya başladı. 16. yüzyılın ortalarından 19. yüzyılın sonlarına kadar ise dilimize birçok Arapça, Farsça kelime girdi. Türkçe’nin, 11. yüzyıldan 19. yüzyılın sonlarına kadar Arapça ve Farsça’yla mücadele etmek zorunda kaldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. 20. yüzyılın başlarında ise Arapça, Farsça’nın Türkçe üzerindeki hâkimiyeti azaldı. Bu da Türkçe’de kullanılan ve halkın anladığı kelimelerin dışındaki Arapça, Farsça asıllı birtakım kelimelerin, kaidelerin ve birçok tamlamanın dilimizden çıkarılması neticesinde meydana geldi. Böylece Türkçe iyi bir mecraya girdi. Fakat 1930’lardan sonra başlayan öz Türkçecilik (yani uydurmacılık) hareketi ise bunu baltaladı. Bu hareket de hiçbir dayanağı olmadığı için fazla sürmedi. Burada şunu da söylemek gerekir ki, Osmanlı Devletinin resmî yazı dili Türkçe’ydi. Fakat Arapça, Farsça’yı da birçok kişi bilirdi. Zannedildiği gibi halk ile aydın tabaka arasında da büyük bir uçurum yoktu. Belki de var olduğu zannedilen bu uçurum, günümüzden bile daha azdı. Yani Osmanlılar, Selçukluların aksine Türkçe’ye önem verdiler. Onların döneminde birçok Türkçe eser telif edildi. Bugün Türkiye’de ve dünyanın muhtelif bölgelerinde Osmanlılar döneminde yazılmış yüz binlerce Türkçe kitap bulunmaktadır. Demek ki, Osmanlılar Arapça, Farsça’yı iyi bilir, fakat anadilleri olan Türkçe’yi ise her zaman kullanırlardı. Osmanlı Devleti tarih boyunca fethettiği ülkelerin halklarını Türkçe’yi öğrenme konusunda hiçbir zaman zorlamamış, yani onları sömürmemiştir. Bunun en büyük delili ise, günümüzde, eskiden Osmanlı coğrafyasında yaşayan milletlerin bir çoğunun Türkçe bilmemesidir. Zaten Osmanlı memleketlerinde yaşayan halkın beslendiği hayat ve kültür kaynakları, aldığı terbiye ve temsil ettiği inanç sistemi, dünyadaki hiçbir milleti sömürge hâline getiremezdi.
Yabancı Dilde Eğitim
Dünyada konuşulan birtakım dillerin değişik asırlarda diğer dillere üstünlük kurduğu görülmektedir. Meselâ, 17, 18 ve 19. yüzyıllarda Fransızca dünyaya hâkimdi. 20. yüzyıl ve günümüzde ise artık İngilizce bir dünya dili olmuştur. Dünyadaki birçok milletle iletişim kurmak isteyen bir kişinin İngilizce öğrenmesi gereklidir. Yani tek dilli bir dünyaya doğru gitmekteyiz. Bunun birçok avantajının yanında, dezavantajı da bulunmaktadır. Öncelikle yabancı bir dil öğrenen insan, o dilin arkasındaki kültürü de ister istemez almakta ve böylece o dili konuşan milletlerin tarihini, kültürünü, yaşayış biçimini de özümsemekte, neredeyse kendi millî benliğinden kopmaktadır.
İnternet sayesinde dünyadaki herkesin birbiriyle haberleşebildiği bir ortamda ortak bir dilin (yani İngilizce’nin) kullanılması, garip karşılanmamalıdır. İnsanlar böyle bir çevrede birbirlerini daha anlayabilme ve dinleyebilme imkânı bulabilmektedirler. Fakat İngilizce vasıtasıyla, İngiliz ve Amerikan kültürü, tarihi, hayat biçimi, dünyada yaşayan birçok milleti etkisi altına almaktadır. Türk toplumunda yaşayan insanlar da medyada gösterilen Amerikan dizi ve filmlerin etkisiyle onlara benzemeye, onlar gibi davranmaya ve kendi milletine karşı duyarsız olmaya başlamışlardır.
Eğitim sistemimiz maalesef yeterli seviyede değildir. Bilgiye kolay bir şekilde ulaşma, bilgiyi kullanma ve kullandırtmada pek başarılı sayılmayız. Türkiye’de yabancı dille eğitim yapan birçok okul bulunmaktadır. Bu okullar umumiyetle öğrettikleri dillerin kültürlerini de öğrencilere vermekte ve öğrenciler de ister istemez bu kültürü almaktadırlar. Fakat bunun yanında, yabancı dille eğitim yapan okullardan mezun olup da dilimize, kültürümüze, tarihimize sahip çıkan insanlar da bulunmaktadır.
Günümüzde, İngilizce’yle eğitim yapan üniversitelerimiz de bir hayli çoğalmaktadır. Burada problem, “İngilizce eğitimin mi yoksa öğretimin mi” öğrencilere verileceğidir. Avrupa’da birçok okul, kendi diliyle eğitimini sürdürmekte ve bunun yanı sıra, dünya dili olan İngilizce’yi de öğrencilerine çok iyi bir şekilde öğretmektedir. Bugün Almanya ve Fransa’daki okulların çoğunda eğitim dili Almanca ve Fransızca’dır. Fakat bu ülkelerin okullarından mezun olan öğrenciler İngilizce’yi az-çok konuşabilmektedirler. Bizim de diğer ülkelerde olduğu gibi eğitim dilimiz Türkçe olmalı fakat yabancı diller de öğrencilere sistemli ve mükemmel bir şekilde verilmelidir.
Türkçe’nin Bugünkü Durumu
Üniversitelerimizde Türk dili, kültürü, tarihi bugün; belki de tarihin hiçbir devresinde görülmediği kadar arka plana atılmaktadır. Hatta Türkçe’nin bilim dili olamayacağına dair söylemler bile dile getirilmektedir. İngilizce eğitim yapan okullar, yeterli eğitimi veremedikleri ve bu okulların çoğunda Türkçe hor görüldüğü için, öğrenciler ne İngilizce’yi iyi öğrenebilmekte, ne de kendi anadilleri olan Türkçe’yle meramlarını anlatabilmektedirler. Türkçe yapılan bir yayının da kendi ülkemizde herhangi bir değeri bulunmamaktadır. Hâlbuki, önemli olan kalitedir. Hangi dilde yazarsanız yazın, kaliteli bir makale veya kitap kaleme almadıysanız, bunun ilmî bir değeri yoktur. Günümüzde, Türkçe’yi bu arka plana atan zihniyet sebebiyle kendi öz değerlerini bilmeyen, bilse bile onu sahiplenemeyen nesiller yetişmektedir.
Tarih boyunca medeniyetlere beşiklik etmiş olan Türk devletlerinin dili olan Türkçe’yi bilim dili olarak yaygınlaştırmak, tarihî ve kültürel değerlerimizi yeni nesillere aktarmak herkesin görevidir. Bu, millî bir davadır. Türkçe’nin ne kadar güzel ve sistemli bir dil olduğunu; yaklaşık 8-9 sene İstanbul’da yaşamış ve 1790 yılında İstanbul’da basılan Elemens de la Langue Turque “Türk Dilinin Unsurları” isminde Türkçe gramer kitabı yazmış olan Pierre Fronçois VİGUİER adlı bir Fransız: “Zeki bir insan, günlük Türkçe’nin umulmadık derecede güzel ve sistemli yapısı karşısında, bu dili sanki bir âlimler topluluğunun düşünüp taşınarak ve anlaşarak ortaya çıkardıklarını zanneder ve hayretler içinde kalır (s.IX).” sözleriyle dile getirmektedir.
Türkçe’ye kendi memleketimizde yeteri kadar değer verilmemesine rağmen, yurtdışında büyük bir ilgiye mazhar olduğunu dile getirmek gerekir. Özellikle yurt dışında açılan Türk liseleri ve üniversitelerinde okutulan Türkçe dersler sayesinde birçok yabancı, Türkçe’yi öğrenme ve tanıma fırsatına sahip olmakta ve bundan dolayı milletimizin tarihî misyonuna paralel olarak Türkçe, yabancıların ilgisini çekmekte ve birçok ülkede dilimize karşı bir istek oluşmaya başlamaktadır. Bunun sonucunda bugün dünyanın birçok yerinde Türkoloji kürsüleri açılmakta; buralarda Türk dili öğretilmekte ve Türkçe dersler verilmektedir. İşte bu tarihî fırsatı iyi değerlendirmemiz ve bir devlet politikası olarak dilimizin üzerine çok daha fazla eğilmemiz gerekmektedir.
Hiçbir zaman önemini kaybetmemiş ve tarihte birçok dile karşı koymuş ve bunda başarılı olmuş Türkçe, bugün de İngilizce’nin hâkimiyetine karşı direnecek ve Kaşgarlı Mahmut, Ali Şir Nevâî gibi birçok Türk dili sevdalısının omuzlarında yeniden yükselecek, 21. yüzyılda dünyada konuşulan en önemli dillerin arasındaki yerini alacaktır. Bundan kimsenin şüphesi olmasın.