Adım adım “geliyorum!” diyen bir felâket var: Peygambersiz, mezhepsiz ve âmentüsüz bir İslâm icat etmek istiyorlar!
Burada söyleyeceklerim hayâtî: Özelde Müslümanların, genelde insanlığın geleceğiyle ilgili.
Daha önce burada yayımlanan bir yazımı gözden geçirerek bir kez daha paylaşmak istiyorum.
İSLÂM’DAN SÖZETMEK, GELECEK’TEN SÖZETMEKTİR
İslâm’dan, İslâm medeniyetinden, İslâm tarihinden sözetmek, gelecekten sözetmektir.
İnsanlığın susuzluğunu giderecek ruh aşısı yapmak, yaralanan insanı, tarûmâr edilen tabiatı, savaşlardan bîtap düşen dünyayı darusselâma / barış yurdu’na buyur etmektir.
İnsanlığın adalete, hakkaniyete, sulh ve selâmete ekmek kadar, su kadar ihtiyaç hissettiği şu dondurucu kış mevsiminde insanlığı bahara, umuda ve hakikat medeniyeti ufkuna davet etmektir.
İslâm medeniyeti, hakikati, erdemi ve fazileti yüceltti; bütün medeniyetlerle temasa geçti, hiçbirini yok etmedi; hepsinden beslendi, hepsini besledi; en önemlisi de insanlığın binlerce yıllık çürümeye terkedilmiş medeniyet birikimini aldı, korudu, yaşattı, aştı ve bütün insanlığa ulaştırdı.
BATILILAR, GÜCÜ KUTSADILAR, İNSANLIĞA KAN KUSTURDULAR!
Batılılar, ne yaptılar, peki?
Gücü kutsadılar, insanlığa kan kusturdular. Dünyayı kutsadılar, insanı dünyanın tutsağı yaptılar.
Modern sosyal teorinin “kurucu baba”larından Max Weber’in -daha önce de yeri geldikçe zikrettiğim- hayatî tespitinde enfes bir şekilde özetlendiği gibi modern Batılılar, insanı “demir kafes”e hapsettiler. Ve insanlığı iki varoluşsal sorunun eşiğine sürüklediler: Anlam krizi ve özgürlük kaybı.
Foucault’nun “modernliğin hapishanesi” dediği şey, böylesi bir şeydi işte!
Dünyayı bir düğmeye basarak yok edecek ayartıcı silahları yaptılar, bütün medeniyetlerin kökünü kazıdılar.
Ezberlerimizi çöpe atalım ve sadece bu ülkede Batı’nın kutsandığını, Batı’ya ilişkin, bizzat Batılı düşünürler tarafından yapılan hayatî eleştirilerin bile yoksayıldığını görelim artık!
ŞARK MESELESİ VE ÖTESİ…
Batılılar, iki asır önce bir “Şark Meselesi” icat etmişti. Şark Meselesi, münhasıran bizim için geliştirilmişti. İki ayağı vardı.
Birincisi: Osmanlı’yı Avrupa’dan, Müslümanları tarihten uzaklaştırmak. Bunu başardılar kesinkes.
İkincisi de, Müslümanları, İslâm’dan uzaklaştırmak. Yüzyıldır, özellikle de son çeyrek yüzyıl boyunca, bunu hayata geçirmeye çalışıyor Batılı emperyalistler.
ÜÇ TEHLİKELİ PROJE
Burada üç ana proje, adım adım hayata geçiriliyor:
1- Kendilerinin icat ettikleri terör örgütlerini kışkırtarak, İslâm’ı terörle özdeşleştirmek, dünyanın İslâm’dan nefret etmesini, Müslüman kitlelerin İslâm’dan uzaklaşmasını sağlamak.
2- Ilımlı İslâm projesiyle İslâm’ı sekülerleştirmek / protestanlaştırmak, İslâm’ın ruhunu “bitirmek”, İslâm’ı hayattan uzaklaştırarak, inancı, bireysel bir inanç meselesine hapsetmek, ümmet fikrini ve medeniyet ufkunu yok etmek.
3- Sonuncusu ve en önemlisi, hedeflenen projenin sonucu olarak, İslâm’ın ana kaynakları konusunda şüphe uyandırmak. Hadisleri ve mezhepleri tartışmaya açarak “Peygambersiz İslâm” projesini uygulamaya koymak ve Müslümanların akîdelerini tarumâr etmek.
Böylelikle İslâm’ı dize getirmek ve küresel sisteme, seküler-kapitalist-pagan Batı uygarlığına yalnızca İslâm’ın meydan okumasını sağlayan sarsılmaz fikrî, akîdevî ve siyasî imkânlarını ve kaynaklarını paçavraya çevirmek!
Burada âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz’in (sav) konumunun sarsılması, bunun da ayartıcı bir yola başvurularak -hadislerin tartışmaya açılarak- yapılması, Müslümanların tarihlerinde, daha önceki dönemlerde yaşamadıkları en ürpertici proje.
ÂMENTÜMÜZÜN SÜTUNLARINA SALDIRIYORLAR!
Mezheplerin hedef tahtasına yatırılması, çok tehlikeli.
Mezhepsiz din olmaz. Bırakınız dinleri, bütün ideolojilerin bile farklı fraksiyonları, yorumları vardır. Mezhepler, dinlerin yeni durumları sâbiteler ışığında yorumlayarak çağ kurmalarını sağlarlar.
İslâm’ın mezheplerini, sanki bir mezhep çatışması varmış gibi bir siyasî kargaşa icat ederek hedef tahtasına yatırmak, “mezhepsizliğin” tek mezhep olacağı, dini, önüne gelenin kafasına göre yorumlayacağı bir zihinsel kaos ve entelektüel anarşiyle sonuçlanacaktır.
Oysa mezhepler, sâbiteleri korur, değişkenlerin sâbiteleri yutmasını önler.
Dahası, bütün değişkenlerin / değişen şartların, sâbite’ler ışığında yorumlanma çabasının önünü açar. Meselenin püf noktası tam da burası işte. Eğer mezhepleri yok ederseniz, değişkenlerin sâbiteleri, sarsılmaz vahyî ilkeleri ve ölçüleri yerle bir etmesinin önünü sonuna kadar açmış olursunuz!
Sonuçta, ortada dinden eser kalmaz. İnsanlar, dine uyacağına, dini kendilerine, kendi arzu, çıkar ve keyiflerine uydurulurlar.
Öte yandan daha da önemlisi, Hz. Peygamber’i (sav) devre dışı bırakan bir din, kısa devre yapar.
Batılılar, bunu, kendi tarihlerinden (Protestanlığın yol açtığı büyük yıkımdan ötürü) çok iyi biliyorlar ve o yüzden son büyük saldırı olarak Efendimiz’i (sav) hedef tahtasına yatırıyorlar.
Peygambersiz din olmaz, peygambersiz din, din olmaktan çıkar. Önüne gelen kendini Hz. Peygamber’in yerine koymaya kalkar!
Batılıların en önemli hedeflerinden biri, bütün dinleri bitirerek, afyon olarak kullanılabilecek sahte, tek bir din icat etmek. Bunu iyi bilelim. Böylece bütün dinleri küresel sisteme boyun eğdirerek, sistemin önündeki engelleri nihâî olarak yok etmek.
Özetle, gelen tehlike çok büyük: Âmentümüzü târumâr etmek, “Peygambersiz İslâm” icat etmek, böylelikle İslâm’ın yeniden ayağa kalkmasını mümkün kılacak temellerini yerle bir etmek istiyorlar. Bunun için, içimizdeki beyinsizleri, proje tipleri kullanıyorlar!
Müteyakkız olmak, bu saldırıyı püskürtmek zorundayız. Vesselâm.
Mevlid geceniz mübarek olsun; kardeşliğe ve huzura, birliğimize ve dirliğimize vesile olsun.