Bu başlığı atarken devletlerin alelade halkları ile yönetim kadrolarını birbirinden tamamen ayırıyorum. 60 yıllık ömrümde Avrupa, Asya ve Amerika kıtasındaki pek çok ülkede hatırı sayılır sürelerle kalıp insanlarıyla tanışma ve sohbet etme fırsatı buldum. Afrika’ya gitmedim. Ama Mısırlı, Sudanlı ve Ganalı yakın arkadaşlarım var. Bendeki intiba şudur: Devletlerin yönetiminde bulunan görünür veya görünmez güçlerin takip ettikleri siyasetle halklarının çoğu zaman hiç ama hiç alakası yoktur. Bütün ülkelerde halkın kahir ekseriyeti, ailesinin geçimini sağlamak üzere kendi mütevazı işleriyle meşguldür. Baştakilerin derin ilişkileri, karışık hesapları ve çapraşık politikaları konusunda gerçek manada bilgileri yoktur. Kendi hükûmetlerinin düşman saydığı devletlerin insanlarıyla aralarında hiçbir meseleleri olmadığı için onlarla gayet rahat iletişim kurabilirler.
Devlet yönetimleriyle halkları arasındaki kopukluk bazı ülkelerde o kadar derinleşmiştir ki halk milletvekili veya başkanlık seçimlerine ilgi göstermez. Mesela süper güç olarak kendini dünyanın jandarması olarak gören ve nerede bir olay varsa orada muhakkak parmağı bulunan ABD’de 8 Kasım 2016’da yapılan son başkanlık seçimlerine bir bakalım. Katılımın %54,8 olarak gerçekleştiği bu seçimde başkan adaylarından Donald Trump 62,984,825 oy, rakibi Hillary Clinton 65,853,516 oy aldı ki oran %46,1’e %48,2’dir. Aradaki 3 milyona yakın farka rağmen Seçiciler Kurulunda (Electoral College) 304’e 227 üstünlük sağlayan Trump, daha az oy almasına rağmen seçimi kazandı. Ancak seçime fesat karıştırıldığı yönünde pek çok suçlamayla karşılaştı. Bunlardan en önemlisi Rusya’nın, siber saldırı olayları da dâhil olmak üzere, seçimi Trump lehine etkilemek için sistematik bir çaba harcadığı iddialarıydı.
DEVLET BAŞKA HALK BAŞKA
Üzerinde durduğum hususa dönersek Trump ABD seçmeninin sadece %25’inin oyuyla seçildi. Bu rakamlardan yola çıkarak sözü şuraya getiriyorum: Elindeki gücü olumlu yönde kullanıp dünyaya huzur ve barış getirmesi beklenen ABD’nin ortalama halkıyla, komşusu Kanada, Avrupa Birliği’nin patronu Almanya ve tabii ki Türkiye de dahil olmak üzere tehdit etmedik ülke bırakmayan Trump’ın ara bozucu ve huzur kaçırıcı söylemleri arasında ne kadar ilişki olabilir? En fazla %25. Amerikan halkının Trump’a oy veren %25’lik kesiminden belli bir yüzdenin bile onun dünyayı karıştıran bu sevimsiz politikalarını desteklemediğine inanıyorum.
Türkiye ABD’nin her zaman yanında olmuş, özellikle 1952’deki NATO üyeliğimizden sonra, 65 yılı aşkın bir süredir güvenilir bir müttefik ve stratejik ortak kabul edilmiş bir devlettir. Hatta NATO’ya üye olmadan önce, daha 1950 yılında patlayan Kore Savaşı’na 4500 kişilik bir tugay göndererek ABD’nin yanında yer almışızdır. 3 sene süren bu savaşta, her sene gönderdiğimiz tugaylardan bizzat savaşan ilk üçünden 3277 kayıp verdik. Sonraki senelerde, her yıl değişmek suretiyle 1960 yılına kadar toplam 10 Türk Tugayı Kore’ye gitti. Bu noktada babam Piyade Çavuş İsmail Pazan’ı (1931-1994) rahmetle anmak istiyorum. Kendisi 24 aylık askerliğini Erzincan’da yaparken 1955’te gönderilen 6. Türk Tugayı bünyesinde gönüllü olarak Kore’ye gitmişti. Mersin Limanı’ndan kalkan bir Amerikan savaş gemisiyle 33 gün 33 gece süren bir yolculuktan sonra Kore’ye vardıklarını anlatırdı. Görev yaptığı Seul yakınlarındaki Suwon’da bulunan, savaşta yetim kalmış çocukların barındığı ve eğitim gördüğü Türk Ankara-Suwon Okulu ve Yetimhanesi’nde 1956 Mart’ında çektirdiği resmi dua talebi ile koyuyorum.
DÜNYA BARIŞINA TEHDİT: RAKİPSİZ BİR SÜPER GÜÇ
ABD, Amerika kıtasının ilk devleti olarak 1776’da kuruldu. 1890’larda resmen büyük devlet statüsüne girdi. 1914-18 Birinci Dünya Savaşı’na 1917’de katıldı. Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluklarının yenilgisini hızlandırdı. 1943’te İngiltere ve Almanya’yı geçerek dünyanın en kudretli devleti hâline geldi. 1990’da ise Sovyetler Birliği’ni aciz bırakıp savaşsız dağıtarak rakipsiz cihan devleti durumuna yükseldi. Dünya tarihinin son 6 asrına bakacak olursak ne Osmanlı ne de İngiltere cihan devletleri, böylesine rakipsiz kalamamışlardır.
ABD’nin bu rakipsiz üstünlüğünün, dünya barışını tarihinde hiç olmadığı kadar tehdit ettiğini daha önce yazmıştım. Bu tehdit her geçen gün daha da artmaktadır. ABD bugüne kadar, barış, özgürlük ve demokrasi getireceği iddiasıyla girdiği her yeri kan gölüne çevirdi. Asıl amacı olan ülkeleri doğrudan veya dolaylı olarak sömürmek için, özellikle Asya ve Orta Doğu’daki Müslüman coğrafyasında, milyonlarca insanın ölmesine, milyonlarcasının yaralanmasına yol açtı. “Kitle imha silahları var.” dedi, Irak’ı işgal etti. Sözünü ettiği silahlardan bir tane bile çıkmayınca “Yanılmışız. Kitle imha silahları yokmuş.” deme yüzsüzlüğünü gösterdi. Fitneyi ülkemize de sıçratarak Orta Doğu’daki emellerine sekte vuran Türkiye’yi saf dışı bırakmak için 15 Temmuz 2016 askerî darbesini düzenledi. Emekli bir vaizin bu işi tek başına yapamayacağı aşikâr olduğundan halkımız arasındaki yaygın kanaat budur. Böyle düşünülmesinin en güçlü dayanağı da aleyhinde sandıklar dolusu belge gönderilmesine rağmen hain darbe girişiminin elebaşını, aradan geçen 2 seneyi aşkın süredir bırakın iade etmeyi, yargılanmasına bile başlamayıp hâlâ kendi topraklarında muhafaza etmesidir.
STRATEJİK ORTAĞINA SAVAŞ AÇTI
Trump, seçim kampanyası sırasındaki bir konuşmasında terör örgütü DAEŞ’in Obama tarafından kurulduğunu söyleyerek “Evet, kurucu odur. Obama DAEŞ’i kurdu. Ve hilekâr Hillary Clinton da örgütün yardımcı kurucusudur.” ifadelerini kullanmıştı. Zaman içinde bu DAEŞ, ABD ve diğer Batılı devletler nezdinde ortak düşman kabul edildi. Ama Trump yönetimindeki aynı ABD, Suriye’deki sözde DAEŞ mücadelesinde, beraber savaşmayı defalarca teklif etiğimiz hâlde Türkiye Devleti yerine YPG ve PYD gibi terör örgütleri ile iş birliği yapmayı tercih ediyor. Hâlbuki 2013 Haziran’ında hazırlanan bir NATO Stratejik İstihbarat Dokümanında, KCK ve PKK’nın yanı sıra PYD de terör örgütü listesinde yer almıştı. Bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın verdiği bilgiye göre ABD, güney sınırımızın hemen dibindeki bu terörist unsurlara şimdiye kadar 19 bin tır ve 3 bin kargo uçağı dolusu silah, araç, gereç ve mühimmat teslim etti. 40 yıldır mücadele ettiğimiz terör örgütü PKK’nın Suriye uzantılarını, bütün uyarılarımıza rağmen hâlen de silahlandırmaya devam etmektedir. Bütün bu düşmanca davranışlar, ABD’nin Türkiye’ye karşı açtığı ilan edilmemiş bir savaş değildir de nedir, siz cevap verin.
TERÖRİST SEVİCİ BİR BAŞKAN
Trump geçen hafta toplanan Birleşmiş Milletler Genel Kurulundan sonra, 26 Eylül 2018 günü gerçekleştirdiği basın toplantısında -toplantının tamamını canlı olarak veren TRT World’den bizzat dinledim- bir Kürt gazetecinin sorusu üzerine şunları söyledi:
“Kürtlerle çok iyi anlaşıyoruz. Onlara çok yardım etmeye çalışıyoruz. Unutmayın, bu onların bölgesi. Onlara yardım etmeliyiz. Onlara yardım etmek istiyorum. Bizimle birlikte savaşıyorlar. Bizimle birlikte ölüyorlar. DAEŞ’le savaşırken on binlerce Kürt’ü kaybettik. Bizim için ve bizimle öldüler. Ve kendileri için öldüler. Onlar harika insanlar. Bunu unutmayacağız.”
Trump Kürtleri sevdiğini söylerken keşke samimi olsa. Samimi olmadığı şuradan bellidir ki, imparatorluğumuzda asırlardır birlikte yaşadığımız, dedeleriyle Çanakkale’de ve Millî Mücadele’de düşmana karşı birlikte savaştığımız, 95 senedir de yüzlerce Kürt milletvekili ve devlet adamı ile hep birlikte yönettiğimiz devletimizin vatandaşı milyonlarca Kürt kardeşimize değil, ayrılıkçı, terörist ve Türkiye düşmanı terör örgütü mensuplarına methiyeler düzmektedir.
Tek tesellimiz Cenabı Hakk’ın şer gibi görünen hadiselerde, bizim için hayırlar yarattığını bilmemizdir. Nitekim 15 Temmuz gibi bir darbe tekrarlanmak istenirse ne yapacağımızı şimdi çok daha iyi biliyoruz. Durup dururken doları artırarak ekonomimizi çökertme gayretleri, üzerimizdeki rehaveti kaldırdı, gözümüzü açtı. Artık tarım ve hayvancılığa, sanayi mallarının üretimine daha fazla ağırlık vereceğiz. Dış ticarette karşılıklı olarak kendi para birimlerimizi kullanmayı yaygınlaştırarak doların silah olarak kullanılmasının önünü kesmeye çalışacağız. Yeter ki millî meselelerde milletçe birlik ve beraberlik içinde hareket edelim.