Hayat; iki nokta arasında yolculuk: Başlangıç ve son. Zaman tünelinde, bir istikamete doğru akış.
“Ey hacca giden kavim” der Mevlânâ; “gelin, aradığınız maşuka evinizde”. Öyle ya, içindeki seyri bitirmeden yollara düşmüşsün. “Kalbinde mâsivâ olduktan sonra, ellerin Kabe’nin eteğini avuçlasa ne çıkar” demeye getiriyor. En mühim tasavvuf ekollerinden olan Nakşiliği diğerlerinden ayıran en büyük farklarından biri; bu yolda “nihayetin başlangıçta yerleştirilmiş” olması diyor âlimler.
“Neyi arıyorsan; o da seni arıyordur” der Mesnevi. Arayan ve aranan: Hani başlangıç, nerede son? Neye göre önce, kime göre sonra? Kronoloji, nâkıs insan aklının hayal göletine çizdiği nakş-ı ber âb (suya çizilen nakış).
Romanında; bir zamanlar İslam medeniyetinin mühim merkezlerinden olan Endülüs’ten başlayarak Fas üzerinden Mısır’a kadar uzanan Paulo Coelho, bu coğrafyadaki irfan ve marifetten ne kadar haberdar bilinmiyor. Fakat Simyacı romanında, başlangıcıyla nihayeti arasında girift münasebet bulunan bir yolculuğu alegorik bir üslupla anlatıyor.
Çılgın bir kişilik Paulo Coelho. Çocukluğundan itibaren; “Bişşş yanarsın!” diyen hiç kimse kuyruğunu kıstıramamış. Şatafatlı akademik apoletlere rağbet etmemiş, ömrünü kütüphaneleri arşınlayarak da geçirmemiş. Dibine kadar yaşamış: Dokunarak, hissederek ve tecrübe ederek. Hayat bütün cephanesiyle üstüne yürümüş ama, Coelho’yu hedef ve hayallerinin peşinde koşmaktan vazgeçirememiş.
İkinci Dünya savaşından iki yıl sonra, Brezilya’da doğmuş. Katı katolik olan ailesi, Tarsuslu Pavlus’tan ilhamla Paulo ismini verirler yavrularına. Küçük yaştan itibaren yazar olmak ister. Fakat ailesi; oğullarını, dünyada misyonerlik ve eğitim kurumları açmayı misyon edinmiş, Cizvit kilisesine bağlı bir okula kaydederler.
Yazar olma hayalini, bir ev hanımı olan annesine fısıldar ilk. Yazarlığın Brazilya’da karın doyurmadığı zamanlardır. On yedisindeki Paulo hayalini sînesine gömüp içe kapanınca, psikolojik buhranlar geçirir. Ailesi kolundan tuttuğu gibi akıl hastanesine götürür. Beyne elektroşokların tatbik edildiği teşekküllü bir müessesedir. Üç defa kaçar Paulo. Her defasında yakapaça geri götürülür. Yirmisinde serbest bırakılır merkezden. Yıllar sonra, bu akıl hastanesi meselesinde, ailesini affettiğini, ona olan şefkatleri sebebiyle böyle bir karar verdiklerini söyleyecektir Paulo Coehlo.
Şakakların uzatıldığı, Bob Marley’lerin şöhreti tırmanmaya başladığı, geniş paçalı pantolonların moda olduğu 1960’lı yıllardır. Askerler İkinci Cihan harbinden sonra cepheden evlerine dönmüşler ve dünyada doğum oranları hızlı bir artış göstermiştir. Paulo’nun akranları üniversiteleri hınca hınç doldururlar. Nereden bulunacak onca gence kariyer umudu. Gençlik; kendini müziğe, esrara, sekse, modaya, dansa, protestoya ve eksantrik ne varsa ona verirler. Kaskatı ve sopsoğuk olduğu için, demir manasında Stalin lakabını aldığına bakmayın. Adam dünya savaşında yerle bir olmuş Sovyetler Birliğini; 1952 yılına kadar cihanın iki süper gücünden biri haline getirmiş. Varın siz hayal edin gençlerdeki “komünizma özentisini”. Entel görünme tamam, hele bir de o “Devrimciyiz biz” veya “Bizim yoldaşlarla…” gibi cümleler kurmanın estireceği havayı bir tasavvur edin yeni yetmelerdeki. Erkekten sayılmak için sigara tüttürenler gençler gibi.
Simyacı yazarının fidanlık dönemi işte böyle bir sosyolojik saksıda neşvünemâ edecektir. Ailesinin hatırını kırmayarak kaydolduğu hukuk fakültesini terk edip hippi takılmaya karar verir. Uyuşturucu kullanır. Meksika, Güney Amerika, Kuzey Afrika ve Avrupa’yı dolaşır. Brezilya’ya geri döner. Yazar olmadan evvel, şarkı sözü yazarlığı, artislik, gazetecilik, tiyatro yönetmenliği yapar. Bazı şarkı sözleri sebebiyle, sihir ve büyücülükle alakası olduğu söylentisi yayılır. Yetmiyormuş gibi, askeri hükumet azaları yazdığı bazı şarkı sözlerinden rahatsız olup tutuklarlar. İşkence gördüğü rivayet edilir.
Amsterdam’daki bir kafede, bir yabancı ona kutsal Santiago de Compostela güzergahını yürümesini tavsiye eder. Bu; hayatının dönüm noktalından biri olur. İspanya’nın kuzeyindeki bu yürüyüş, Fethiye-Antalya arasındaki 540 kilometrelik Likya Yürüyüş Yolu’nun bir buçuk katı kadardır. Bu yolculuk esnasında, bir nevi ruhani uyanış yaşayan Paulo, bir nefis muhasebesi yapıp kafayı toparlar ve yazar olması gerektiğine kanaat getirir.
Simyacı romanını bir oturuşta, iki haftada yazıvermiş. Şaşıranlara cevabı; “Ruhumda yazılmıştı zaten” olmuş. Yazar, eserini; kağıttan önce ruhuna nakşeder. Kelimelerden kıyafet giydirmek kolay iştir zaten.
Coelho’nun ne olduğundan ziyade, ne olmadığını idrak etmek için, onu günümüzdeki bazı yazarlarla mukayese etmek faydalı olacaktır: Yüz adet kitap ismini zor yan yana getirmesini geçelim. Bakıyorsunuz; adam kesek gibi; kupkuru. Sevmemiş; kırılmamış; azar işitmemiş; risk almamış. Izdırap sıfır. Ne dirseklerde çürük, ne gözlerin etrafında kararma. Ne maziye gitmiş, ne ufuklardan haber getirmiş. Estetiksiz ve standart bir hayat çizgisi. Dümdüz odun gibi mübarek. “Modern hayatın stresi” diyor ve ekliyor, “hayatın çemberinden geçtik be arkadaş”. Kitap çıkarıyor; kitap… Coelho’nun entelektüel derinliği su götürür, fakat hayat denen volkanda kaynadığından, yaşamak isimli buzullarda üşüdüğünden kimsenin şüphesi yok. Bu kadar çok kişiye dokunabilmesinin sırrı.
Merak edilen sual şu: Simyacı neden çok okunuyor?
Herkes kendinden bir parça buluyor kitapta. Çocukken Mısır Piramitlerini görmek hangimizin hayâli olmadı? Kum okyanusu çöllerde çıplak ayakla yürümeyi kim düşlemez? Fakir bir çobanın hazine bulup zengin adam oluşu; kapitalizmin kol gezdiği günümüzde, heyecanlandırmadığı er var mıdır? Bilinmeyen ufuklardaki cilveli bir nazeninle yaşanacak aşk; kimin nabzını hızlandırmamış? Macera kelimesinin insanlarda uyandırdığı kıpırtıyı keşfeden Holywood tayfası parayı götürmedi mi? Gizli ilimlerden bir şeyler öğrenebilmenin ihtimali bile yetmez mi yürekleri hoplatmaya?
Herkesin bir kişisel menkıbesi olduğu, arzuladığı şeyin peşine düşerse bütün kainatın ona yardımcı olacağı ve menkıbesinin efsaneye dönüşeceğine dair vaadi; insanlardaki “başarılı olmak”la ilgili iştahı kamçılıyor. 163 sayfalık kısacık roman, “Kalbinin sesini dinle, risk almaktan korkma” diyor size ve ilave ediyor, “İnancını kaybetme, kaderine razı ol ve yolundan geri dönme”. Bu itibarla, Simyacı, modern insanın zaaflarını fırsata dönüştüren ve bu zaaflar üzerine cihanşümul bir şöhret inşa eden bir kitap. Hangi kültüre ait olursa olsun, herkesin hoşuna gidecek şeyler söylüyor.
İnsan düşünmeden edemiyor; Coelho sahiden sihirbaz olmasın: Mehtaplı gecelerde, altın kumlar üstünden ve acayiplerle dolu Mısır Piramitlerine doğru yapılan esrarengiz yolculukta; “Kainatın bütünlüğü, dünyanın ortak dili, hayatın maksadı, kişisel efsanevi menkıbe” benzeri ifadeleri okuyucuların kulağına fısıldamakla bir nevi sihir yapmıyor mu? Roman boyunca, rüya/düş benzeri hipnotik bir sahaya çekildiğini hissediyor insan. Yazarın az kelimeyle güzel tasvir edebilme ve hadiseleri belli bir ambiyans içinde verebilme noktasındaki kabiliyeti takdire şayân.
Simyacı; modern hayatın ortalama insanına göre yazılmış. Ne derin felsefe arayın, ne büyük sosyoloji. Raskolnikov’un ruh halinde, insan psikolojisinin dolambaçlı dehlizlerini dolaşmayı hayal edenler de eli boş dönerler kitaptan. Yok efendim, ütopyadır; aman efendim distopyadır… ne gezer. Benden duymuş olmayın; Paulo Bey hiçbir grubun hassasiyetlerini kaşımayarak müşteri kaybetmemeye ehemmiyetle itina göstermiş. Ekseriyetin roman hakkındaki ilk mülahazası, “Keyifle okudum” tarzındadır. Zihinde hoş bir tat, hafızada şirin bir hatıra bıraktığında şüphe yok. Aynı ciklet gibi.
“Simyacı alegorik roman” ifadesi de, olayı biraz allı pullu yapmak için yakıştırılıyor. Bu kadar sevilecek bir eserde, yüksek müsaadenizle bir miktar da mecaz (metafor) bulunsun bir zahmet. Zaten yazarın alegori üzerine yıllar süren araştırması, akademik eserleri, seminer veya konferansları yok. “O kadarcık kadı kızında da olur canım” demekte haklısınız. Neticede atı alan Üsküdar’ı geçmiş. Kitap adını tarihe yazdırmış bir kere.
Hangi meşhurların sitâyişine mazhar olduğu; aldığı ödüller; yılın altı ayını Brezilya’da, diğer altı ayını Fransa’da nasıl geçirdiğini veya saçlarına kar yağmaya başlayınca emeklilik tadında bir hayat için İsviçre’ye yerleşmesini size uzun uzun anlatacak değilim. Sadece şu kadarını bilmeniz yeterli: Paulo Coelho, 170 küsür ülkede, 250 milyondan fazla kitap satmış ve kitapları yüze yakın lisana tercüme edilmiş. Henüz hayattayken bu rakamlara ulaşabilen tek yazar olduğu söyleniyor.
Halihazırda, Paulo Coelho halis Katolik olmaya karar vermiş vaziyette. Bu çerçevede olsa gerek; UNESCO’nun Kültürlerarası Diyaloglar programında danışman olarak, Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’nu düzenleyen Schwab Vakfı’nın da idaresinde yer almakta.