Sistematik olarak ekonomi ve politika disiplinlerinin bir arada ele alınmasından doğan ekonomi-politik ve bu alanın incelenmesi yakın tarihimizde yani yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren gerçekleşmiş olup bugün uluslararası ilişkiler disiplininin vazgeçilmez bir parçası olmuş ve siyaset ile ekonomi arasındaki ince çizgiyi ele almasıyla güçlü bir araştırma alanı oluşturmuştur. Özellikle bu araştırma alanı 1973 Petrol Krizi ve sonrasında karşılıklı bağımlılığın artmasıyla uluslararası politika konularına yönelmeye başlamıştır. Hiç şüphesiz Bretton Woods Sistemi’nin zamanla güç kaybetmesiyle yeni bir paradigmanın temellerinin atılması, Amerikan hegemonyasının sorgulanması ve dünya ekonomi merkezinin Atlantik’ten Pasifik’e kaymasıyla bu alan, aynı zamanda araştırma ve sorgulama alanını farklı bakış açılarıyla genişletmiştir. Bugün uluslararası ilişkilerde ve alt dalı olan uluslararası hukukta devletler üstü bir denge ve denetleme mekanizmasının olmayışı sistemi birçok açıdan sorgular hale getirmiştir. Uluslararası anarşinin ekonomi ve politika üzerinde olan etkisi göz önünde bulundurularak, bu sistem şüphesiz ki uluslararası ekonomide devletler hiyerarşisini kesin ve kati çizgilerle uç noktalarda toplamış ve aynı zamanda kendi bünyesinde istikrarsızlığı barındıran ve bu anlamda kısır döngülere yer açan bir sistem olmaktan öteye gidememiştir. Çatışmayı yer yer merkezine alan bu sistemin, devletlerin işbirliklerinin nihai hedeflerinde realist paradigmanın/veya yaklaşımın temelinde yatan (askeri ve ekonomik) ulusal güç kapasitesinin her bakımdan azami seviyeye çıkarılmasını teşvik etmesi ve ulusal menfaatlerin yine öncelikli yerini vurgulaması açısından da günümüz gerçekleriyle bağdaşıyor olduğu açıktır.
Merkantilist dönemde milli sanayileşme hedefi başlı başına bir çatışma kaynağı iken, günümüz dünyasında birçok unsur (siyasal, etnik, kültürel, dinsel, ekonomik, stratejik vb.) çatışma kaynağı olarak sistemdeki yerini almıştır. Yirmi birinci yüzyılın hakim demokrasi anlayışı olan çoğulcu demokrasi anlayışı içerisinde bu çatışmalar, uluslararası sistemde yeni krizler doğurmuş ve Soğuk Savaş sonrası dönemde güvenliğin yeni boyutlarıyla ele alınmasını zorunlu hale getirmiştir. Böylelikle güvenliğin de alanı genişlemiştir.
Sistem iki kutuplu olmaktan tek kutuplu olmaya evirilirken, yaşanan savaşların da karakteristiği değişmiş olup uluslararası müdahalelerin sayısını artırmıştır. Bu müdahaleler ekonomi-politikanın zaman ve mekan dikkate alınarak, ince eleyip sık dokunmasını daha da çok gerektiriyor. Diplomasinin çözmekte yetersiz olduğu/veya göründüğü, konjonktürel olarak uzun ve kısa vadede etkileri muhtemel tartışma konusu olan asimetrik savaşların ve terörizmin de bu alanda etkileri ciddi ölçüde büyüktür.
Çatışan uluslararası sistemde daha çok ekonomik milliyetçiliğin, uzlaşan da ise daha çok ekonomik liberalizmin sözcü olduğunu söyleyebiliriz.
Bu alanın uluslararası güvenlikle etkileşimi bir yana, burada bilhassa değinilecek önemli konu, ekonomi politiğin geçmişte sömüren-sömürülen ilişkisinden günümüze kadar gelen evrimsel süreçte çatışan-uzlaşan bir ilişkiye dönüşmesidir. Çatışan uluslararası sistemde daha çok ekonomik milliyetçiliğin, uzlaşan da ise daha çok ekonomik liberalizmin sözcü olduğunu söyleyebiliriz. Ama şunu da unutmamalıyız ki ekonominin ve uluslararası ticaretin tek başına uluslararası ilişkileri çatışmacı veya uzlaşmacı yapması olanaklı değildir. Meselenin siyasi ve diğer boyutlarının da ele alınıp incelenmesi bir o kadar önemli ve gereklidir. Yani, yirmi birinci yüzyılda yaşanan bölgesel krizler ve çatışmalar tek bir araştırma odağında ele alınmamalıdır. Evet, ekonomik liberalizm dediğimiz zaman temel araştırma konumuz ve temel iddiamız “piyasa” üzerinden olur, fakat yaşanan olaylarda argümanımızı dönemin şartlarına, de facto unsurlara göre şekillendirmemiz gerekmektedir. Bununla beraber piyasanın, uluslararası ekonomi politiğin yapısının ve dinamiklerinin belirlenmesinde temel rol oynadığı gerçeğini göz önünde bulundurarak, ayriyeten çağdaş teorilerden çift yönlü ekonomi teorisinin uluslararası ekonomi politiğin gelişiminde önemle vurguladığı merkezi rolün, teknolojik gelişmeler olduğu da göz ardı edilmemelidir. Bugünün dünyasında, teknolojik gelişim ve bilişim alanındaki yenilikler küreselleşmenin çekirdeğini oluşturuyor ve dünyamızı çok farklı noktalara taşıyor. Mesafeler kalkıyor, herkes birbirinin zaman zaman sevilen, zaman zaman da istenmeyen komşusu oluyor.