Bir ben var derûnumda; benimle doğan ikiz.
Göğüsümde kurmuş otağ; omuzlarım kışlası.
Her an “Kalk” diyen bakış; ufkumdan eder dikiz.
Gönlüm baharda kışlak, Kafatasım yaylası.
“Adım”, dedim, döktü; kulağıma bir ezan;
Ürperdi haritalar; yandı, kül oldu hudut!
“Vatanım” dedim, kurdu; vicdanıma bir kazan,
Kaynadı, pişti dâvâ; kabardı, taştı umut!
Çocukken bir tay gibi; gezerdim mest, serâzât!
Sırtıma vurdu eğer, “Küheylan; gazâ!” dedi!
Bütün oyuncakları; etti elimden âzât;
Kaplan saldı üstüme; “Ceylân, yakala!” dedi.
Zafer vaadi taşıyan; umut mühürlü mektup;
Sevinçle ağlatan gam; çölde üşüten buzdur.
Sazlıkta esen rüzgar, güneş yıldızlı kutup.
Çorağa yağan yağmur; yaraya düşen tuzdur.
Ondan her korktuğumda; kaçtım, kitaba kaçtım.
Beynimdeki sesleri; bastırdım sayfa sayfa!
Kimsesiz gecelerde, alev alev yanarken;
Yendim hayaletleri, devirdim tayfa tayfa…
Baştan çıkaran cilve, gönül dağlayan demir;
Göğsümden eder cevlân; arştan akseden sedâ!
Nöbet geçirten ateş, yerden fırlatan emir;
“Diriliş! Diriliş!” der; nabzımdan eder nidâ!
Geceler, ah geceler… durmadan sorar hesap;
Koca defterden tek tek; “Mâzî, istikbâl, ülkü….”
Bu kadar ince ince, kesmez kuzuyu kasap;
Her sual ağır gülle, yükler bin kervan yükü!
Çile yurdunda hayat; kim kime olur komşu!
Gölge; “Kaç” diyen kırbaç! Işık; “Gel” diyen kucak!
Av, avcı, meydan, tuzak… Kimden kimedir koşu?
Ya teslim ol, ya öldür! Gülme, aynalı bucak!
Bıyık altından gülen, şeytan bakışlı sinsi,
Başaramazsın diye durmaz homurdar her an.
Annem misali okşar munis ve müşfik sesi;
Başaracaksın diye sırtım sıvazlar her an.
Dedi madem dilersin, uykusuzluktan aman.
Balyoz ve örstür sana, buyur al döşek, yorgan.
Yokmuş cihanda heyhat, benden bana zor düşman:
Zinhar bu harpte çıkmaz, nefsin boynundan urgan.
Aynalar, mümkün mü bu! Benim mi bu tâze yüz?
İçim harap halbuki; sarmış gözleri duman!
Mehtaplı gecelerde, düşer bir ışıklı yüz;
Yıkık duvarlarımı okşar mukaddes ferman!
Ey fikir işkencesi, dâvâ isimli sancı;
Mukaddesler adına, seni kim seçti elçi?
Ey gidenlerden haber; kervan bekleyen hancı;
Medeniyet başına, seni kim dikti bekçi?
Şimşek çakarcasına, kalbime düştü nazar.
İzledim keyhkeşanlar; gözsüz de görmek varmış.
Ölümden önce ölmek, diriliş yurdu mezar.
Yetiş şehadet yetiş; cansız yürümek varmış!
Yorgun parmaklarımla tutunca şakakları;
Güldü hayret tılsımı, tuttu dünyama ışık.
Kalmadı anlayanım, kaybettim kulakları;
Şaşkınlıktan damağa dilim kaldı yapışık.
Sarmış damarlarımla, her yanını vatanın.
Tenimde kabaran kan; gölü, suyu, denizi.
Secdeyle damga damga, yazılacak destanın,
Alnımda çizgi çizgi; kazınmış, kalmış izi
Ondadır aynalı han; can ü cânân onunla.
Ne yapsın nûr- i mehtap, şems-i tâbân ondadır.
Ondadır sırr-ı Ankâ, şöhret-i nâm, onunla.
Kaf Dağını ne etsin; Tûr- i Sîna ondadır.
Mekân; hayalden bulut; zaman bir nokta, bir an.
Âlem koskoca boşluk; kâinat her zerresi.
Sen rüya gören hayat, ömrün rüyada bir an.
Sonu uyanmak madem, boştur yeri, süresi.
Ezelden gelen nefes, ebede giden akış.
Altı cihetli tabut; bir ömür kalınan yer.
Büyük usta elinde, suya çizilen nakış.
Âfâk ve enfüs seyri, yolsuz yolculuk, her yer.
Cevher üstüne cevher, yolu, yolcusu seyri..
Visal özlensin neden, hiç ayrı düşmedik ki!
Gecede gizli seher, yüzü, örtüsü, seyri…
Cemal gözlensin neden, gayrısı görmedik ki!
Kılıçla kesseler ne; birleştik bir kaderde;
Sen ve ben artık biriz, açılmaz kördüğümüz.
Ne gam son nefer olsak; dönüşsüz bu seferde;
Gayrı ulvî gayeye; yorulmaz tahaccümüz.