“Ben tıpkı 1 milyar 700 milyon kardeşim gibi sadece ve sadece bir Müslümanım. Diğer tüm farklılıklar bu inancımın, bu sıfatımın gerisindedir.”
Anlatacak o kadar çok şey var ki!
O yüzden bu makalem tahmininizden de uzun olacak o yüzden sizlerden biraz sabır ve anlayış ile sonuna kadar okumanızı özellikle tavsiye ediyorum…
İslam İşbirliği Teşkilatı, 57 Müslüman ülkeden oluşuyor ve Birleşmiş Milletlerden sonra gelen en büyük topluluk.1,7 Milyar Müslümanı tek bir çatı altında toplayan İİT, İlk kuruluş aşamasında Filistin Meselesinin çözümü için kurulmuş ama günümüze kadar tabiri caizse bir gıdım doğru düzgün adım atamamış bir topluluk.
İİT’nin 13.Toplantısının İstanbul’da toplanmış olması ayrıca dönem başkanlığının Mısır’dan Türkiye’ye geçmiş olması ve Türkiye’nin bu görevi 2 yıl boyunca yani 2018 sonuna kadar sürdürecek olması Müslüman ülkeler tarafından tahmininizden çok daha fazla ses getireceğini ve getirdiğini söyleyebilirim.Peki sadece Müslüman ülkeler tarafından mı ses getirecek derseniz tabii ki HAYIR derim. Zira ilk sert tepki Avrupa Parlamentosunun Türkiye raporu ile geldi.
Avrupa Parlamentosunun raporunun detaylarına ve ne demek istediğine anlatmadan önce İİT üzerinde biraz detaylı şeyler anlatmamız doğru olur;
Çünkü katılım ilk kez bu kadar yüksek ve Suudi Arabistan Kralı, İran Cumhurbaşkanı zirvede yer alan liderler arasında.Malum Suudi Arabistan ile İran geçtiğimiz aylarda savaşın eşiğinden döndü diyebiliriz.Hatta elçilerini dahi karşılıklı olarak geri çektiler.Şuan her ne kadar sakin gibi görünseler de en ufak bir kıvılcım yeniden bazı senaryoları aktif hale getirecek düzeyde. O yüzden de her iki tarafta temkinli adımlar atıyor.
Türkiye’nin Arap yarımadasında ki kuşkusuz yeni ve güçlü partnerlerinden bir tanesi Suudi Arabistan. Türkiye-Suudi Arabistan arasında ki soğuk hava Kral Abdullah döneminden sonra 2015 Şubat ayında Kral Selman’ın tahta çıkmasıyla bitti dersek doğru olacaktır. Kral Selman’ın Türkiye politikası ve diğer bölgesel konularda dış politikada yaptığı reformlarla birlikte ekonomik ve bölgesel siyasi işbirliği açısından Türkiye ile Suudi Arabistan önemli adımlar atıyorlar…
İİT’nin bu toplantısının bana göre boynu büküklerini oynayan ülkesi ise Mısır!
Zira Mısır Dışişleri Bakanı Semih Şükrü ayağının tozuyla geldiği İstanbulda Katil Sisi’nin mektubunu okudu ve hemen geri döndü.Bu arada okuduğu metin sonrası Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan alkışlamadığı gibi de çokta olumlu tepki vermedi.Mısır Dış işleri Bakanı Şükrü’nün Aile fotoğrafında dahi yer almadan alelacele tekrar geri dönmesi ise yangından mal kaçırma gibi oldu.Bu kadar tezatlıklara rağmen Mısır’daki darbe yönetiminin Türkiye’deki zirveye üst düzey temsilciyle katılması, Ortadoğu dengeleri açısından önemli.Ama Metni dahi alkışlamayan Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ve Tabii ki Türkiye’nin Mısır’daki darbe yönetimine olan sert bir tepkisi devam edecektir.
Tiran ve Sanafir adaları ve Türkiye! yazımda belirttiğim üzere bu adaların S.Arabistan’a verilmesi Katil Sisi’ninde koltuğunu sallamaya başladığını dip not olarak sizlere ekleyelim.
Mısır’da Cunta darbesi sonrası en büyük desteği ise bildiğimiz üzere Suudi Arabistan vermişti ancak bu destek git gide azaldı.Ama kısmende olsa desteğini sürdürdüğünü söylememiz yanlış olmaz.Ama ilk dönemlerde ki gibi değil.Bir yandan İhvan ile sıcak görüşmeler yaparken Sisi ile de daha dengeli siyasi politikalar sürdürüyor.Sisi yönetimiyle Kral Selman’ın görüşüyor çünkü Mısır genel anlamda Suudi Arabistan ve bölge için önemli ve kritik bir ülke.
Suudi Arabistan’ın gerek Mısır’la dengeli politikası gerek Türkiye ile yükselen ilişkilerinde en önemli hedef ise İran. İran ile Yemen üzerinden hala devam eden bir hesaplaşmaları var, benzer durum Suriye için de geçerli.İran malum İİT Konferansında bölge de ki Şİİ Mezhepsel politikaları yüzünden kınandı ve buna bir son vermesi istendi. Özellikle bu kınama İran tarafında soğuk duş etkisi yapsa da Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın yumuşak üslup ile sert sözlerinin hedefi de İran oldu.
İSLAM ORDUSU!
Tabi İran’a yönelik en önemli hamlelerin başında Suudi Arabistan öncülüğünde başlatılan İslam İttifakı ve geçen ay Ortadoğu’nun en geniş kapsamlı tatbikatını gerçekleştiren İslam Ordusunun oluşturulması. Bu iki proje teröre karşı bir birlik mesajı içeriyor, karşı tarafta ise İran tarafından tehdit olarak algılanıyor.
Burada yine bir dip not’a daha ihtiyaç var. Oda şu!
Malum Türkiye Katar,Somali ve Suudi Arabistan’da kurduğu Askeri üsler ve Suudi Araistan’ın Tiran ve Sanafir adalarını tekrar alması ile birlikte İsrail ile İran’da bölgesinde sıkışmaya başladı.
Suudi Arabistanlı yatırımcıların Türkiye’den gayrimenkul alımını kolaylaştırmak ve hızlandırmak adına kurulan ilk “Suudi-Türk Gayrimenkul Yatırım Fonu”nun imzalarının da bu süreçte imzalanması ilk etapta Türkiye’ye 500 milyon dolarlık yatırımın akması anlamına geliyor.
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın İİT Konferansında ilk defa dile getirdiği ve kabul gören İslam ülkelerinin birlikte INTERPOL tarzı özel bir yapı kurma teklifi de terör ile mücadelede yeni bir soluk getirecek.Bu yeni yapının ,Batının İslami terör ile ilişkilendirme çabalarına da büyük bir sekteye vuracaktır diye de umuyorum.
Dikkat edileceği üzere Konferansın içeriğinde ki,İslam ordusu,İran’ın uyarılması,Terör ve Ekonomi hepsi başlı başına konular ve bunların topluca dillendirilmesi ilk defa Türkiye tarafından yapıldı.
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın dönem başkanlığını devraldığı İİT 13. İslam Zirvesinin açılış konuşmasında bana göre en önemli başlık ise
“Zirve toplantımızın temasını oluşturan adalet ve barış kavramlarının içini doldurmakta, bunları müşahhas hale getirmekte acele etmeliyiz.Çünkü dünyanın dört bir yanından mağdurların, mazlumların çığlıkları yükseliyor. Maktullerin yürek parçalayan görüntüleri geliyor. Maalesef bu çığlıkların ve görüntüleri kahir ekseriyeti Müslümanlara aittir. İslam dünyası şuan yüzünü İstanbul”a, bu zirveye dönerek buradan çıkacak güzel haberlere kulak verdiğini ben görüyorum, buna inanıyorum. Müslümanlar olarak üstesinden gelmemiz gereken sorunların başında mezhepçilik fitnesi, ırkçılık fitnesi geliyor.”
- Her zaman ifade ettiğim gibi benim dinim Sünnilik de değildir Şiilik de değildir. Benim dinim İslam”dır.
Sözleri oldu.
Başbakanımız Ahmet Davutoğlu’nun da İİT Konferansında ki konuşması tamamen yapıcı birleştirici idi.Ana başlıklar altında inceleyecek olursak eğer
A – Ekonomik işbirliği çağrısı
B – Sınırların yeniden çizilmesi engel olmak
C – Terör ve İslam kelimeleri yan yana kullanma çabalarına tek ses olmamız,İslamofobi ile mücadele
D – Filistin ve İşgal altında ki tüm islam toprakları için ortak tavır,Kudüs’ün özgürlüğe kavuşturulması
E – İnsanlığın sorunu olan Mülteciler,İklim değişikliğinde ortak hareket ve çözüm arayışı
F – Siyasi ayrılıklara son verilmesi (Mezhepçilik kastı-İran)
H – Müslüman azınlıklara hep birlikte sahip çıkılması (Filistin, Karabağ, Kırım ,Mynmar gibi)
Görüldüğü üzere gerek Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan gerekse Başbakanımız Ahmet Davutoğlu İslam İşbirliği Teşkilatının konferansında İslam ülkelerinin birlik ve beraberliğinden yana tavır koyarken özellikle İran’a Mezhepsel politikalarından vazgeçmesi uyarısında bulundu. Zira 1,7 Milyon insanı bir araya toplayan İslam İşbirliği Teşkilatı Birleşmiş Milletlerden sonra ki en büyük kuruluş.Haliyle gerek nüfus gerekse ekonomik anlamda dünyanın en güçlü birliğini gerçek anlamda bir araya getirmek hem maharet hemde oldukça öz veri gerektiriyor.
Peki bu şartlar sağlanabilir mi? Bence EVET sağlanır…
İşte O yüzden İİT Konferansı devam ederken Avrupa Parlamentosu Türkiye raporu yayınladı ve Raporda, “Avrupa Parlamentosu, demokrasiye saygı ve hukukun üstünlüğü konularında yaşanan sapma göz önüne alındığında, Ankara’nın Avrupa Birliği üyeliği için gereken kriterleri ihlalinden derin endişe duyuyor” ifadesi yer aldı.
“Türkiye’de yargı bağımsızlığı, toplanma özgürlüğü, ifade özgürlüğü, insan haklarına saygı ve hukukun üstünlüğü gibi alanlarda son yıllarda görülen yavaşlamadan” derin endişe duyulduğu belirtilen raporda, “hapisteki tüm gazetecilerin derhal serbest bırakılması” talebi yer alıyor.
28 Mart 2016’de Fransız gazeteci Florence Hartmann’ı,Bosna soykırımını deşifre eden gizli belgeleri yayınladığı için Lahey’de yaka paça tutuklayan Avrupa Parlamentosunun“hapisteki tüm gazetecilerin derhal serbest bırakılması” talebi de ayrı bir İroni.Hatırlanacağı üzere Hartmann,Karadzic’in yargılandığı davayı izlemek için Hollanda’ya gidince tutuklanmıştı.
Yine aynı keza Avrupa Parlamentosu Güneydoğu’daki güvenlik durumunun kötüleşmesinden endişe duyulduğu da belirtti ve raporda, “Türkiye’nin terörle mücadeledeki meşru hakkını tanıyoruz. Ancak güvenlik önlemlerinin hukukun üstünlüğü ve insan haklarına uygun bir şekilde gerçekleştirilmesini vurguluyor, terör operasyonlarının orantılı gerçekleşmesi ve bunların toplu cezalandırmaya dönüştürülmemesi gerektiğinin altını çiziyoruz” ifadelerine yer verildi. Terör örgütü PKK içinse “AB terör örgütleri listesinde olan PKK’nın şiddete dönmesini kınıyor ve meşru bulmuyoruz. Kürt sorununun şiddetle çözülemeyeceğini vurguluyor ve Türk hükümetine sorumluluğu alarak kapsayıcı ve sürdürülebilir bir çözüm için görüşmelere yeniden başlaması çağrısı yapıyoruz. PKK’yı silahlarını bırakmaya, terör yöntemlerini terk etmeye, barışçıl ve yasal yollarla isteklerini duyurmaya çağırıyoruz. PKK’nın güvenlik güçleri ve sivillere yönelik saldırılarını şiddetle kınıyor, YDG-H militanlarının barikat kurmaları ve hendek kazmalarından ciddi kaygı duyuyoruz” denildi.
Geçtiğimiz aylarda Rusya’nın başkenti Moskova’da da, terör örgütü PKK’nın Suriye uzantısı PYD’nin kontrolündeki bölgeleri temsil ettiği bildirilen bir ofis açılmıştı. 18.04.2016’da ise Terör örgütü PKK/PYD, İsveç’in başkenti Stockholm’de sözde temsilcilik açtı. Öte yandan PKK’lı terörist Nesrin Abdullah, İsveç Savunma Bakanı Peter Hultqvist ile görüştü. Şimdi bir yandan terör örgütü olarak tanımladıkları PKK’nın terör operasyonlarına karşı çıktığını belirten Avrupa Parlamentosu diğer taraftan da Terör Örgütünün sözde temsilcilik açmasına izin verdiği gibi,Raporunda da Türkiye’yi eleştiriyor!
Dikkatinizi çekerim bu dönem İslam İşbirliği Teşkilat konferansının İstanbul’da olduğu ve Türkiye’nin Dönem Başkanlığına başladığı gün içerisinde yapılıyor!
Avrupa Parlamentosunun tam bir çelişkiler yumağına dönen raporu bunlarla da sınırlı değil…
Ve tabii ki sürekli olarak önümüze pişirilip pişirilip sunulan 1915 olayları!
Ermeni Soykırımını kabul edin artık tarzında ki atıf’ta dikkatlerden kaçacak gibi değil.Türk Hükümetinin defalarca bu işin siyasetçilerin değil,Tarihçilerin olduğunu belirtmesine ve Arşivlerini sonuna kadar açmasına rağmen ısrarlı bir şekilde arşiv çalışması ile değil de siyaseten bunu kabul edin denmesi de ayrı bir Avrupa Parlamentosunun raporunun rezilliği. Zira Türk tarafı defalarca Arşivleri açtığını belirtmesine rağmen,Ermenistan arşivlerini açmadığını ve açmayacağını deklare ettiğini de unutmamız gerekiyor. Aynı Keza 100 Sene önce değil 26 Şubat 1992 de bundan 24 yıl önce yaşanan HocalıKatliamı ve 24 yıl… ile ilgili de Avrupa Parlamentosunun şimdiye kadar Ermenistan’a en ufacık bir yaptırımı dahi bulunmuyor…
Avrupa Parlamento raporunun bir başka tezatlıklarla kısmı ise Kıbrıs konusunda!
Türkiye’nin Kıbrıs Rum Kesimi gemi ve uçaklarını liman ve hava alanlarını açması gerektiği,bunun da üyelik müzakerelerini önemli ölçüde güçlendireceği iddia ediliyor. Müzakerelerdeki ilerlemeden memnuniyet duyulduğu kaydedilen raporda, Türkiye’nin çözüme katkı sağlaması, askerlerini çekmesi ve Maraş’ı BM’ye vermesi talep ediliyor. Ermenistan’ın işgali altında bulunan Dağlık Karabağ bölgesi için Avrupa Parlamentosunun herhangi bir çabası yada hareketi var mı peki? YOK!
Türkiye’nin Kıbrıs’ta Garantör Devlet Statüsünü sıfırlamasını isteyen ve yine Kıbrıs Türklerini Rumlara teslim edilmesini Kibarca! talep eden Avrupa Parlamentosunun elbette ki bu raporu kabul edilemez.Zira Türkiye’nin tamamen Kıbrıs’tan çekilmesi düşünülemeyeceği gibi Maraş’ın da tekrar önce BM’ye daha sonra da ayak oyunları ile Kıbrıs Rum Kesimine peşkeş çekilmesi düşünülemez…
Avrupa Parlamentosunun raporunda tek iyi ve övgüye mazhar! olduğumuz bölüm ise sığınmacılar ve Mültecileri ilgilendiren kısmı!
“Türkiye’nin dünyada en çok sığınmacıyı ağırlayan ülke olduğu, büyük insani katkılar sunduğu vurgulanarak, Suriyeli sığınmacılara çalışma izni verilmesi kararından duyulan memnuniyet dile getirildi. Türkiye’nin sığınmacılar için bedava sağlık ve eğitim imkanı sağladığı da vurgulanan raporda, AB ve Türkiye arasında sığınmacılara ilişkin varılan mutabakatın, yasa dışı geçişlerin keskin bir şekilde azalmasını sağladığının altı çizildi.”
Avrupa Parlamentosunun ,Avrupa’ya yeter ki Mültecileri göndermeyin de ne onları ne yapıyorsanız yapın şeklinde ki iyi niyet! gösterisi diyebiliriz biz buna…
Ve tabii ki sonuç!
Avrupa Birliği Bakanı Volkan Bozkır, Avrupa Parlamentosunda kabul edilen Türkiye Raporunun”yok hükmünde” olduğunu, geçersiz sayılacağını ve AP’ye iade edileceğini söyledi ve rapor iade edildi.
Avrupa Parlamentosu,Kendisini yeri geldiği zaman tarihçi yeri geldiği zaman insan hakları komisyonu olarak gördüğü noktada Türkiye’ye İslam İşbirliği Teşkilatı başkanlığını aldığı bu dönemde kısaca bak SENİN PATRONUN BENİM! diyerek kulak çekme! operasyonunu o raporla ortaya koymuştur.
Peki Avrupa Parlamentosunun bu raporunun herhangi bir bağlayıcı tarafı var mı diyecek olursanız eğer,Hayır yok. Sadece İyi niyet ve Temenni raporu olarak algılanan bu rapor zaten Türkiye tarafından yok hükmünde sayıldı ve geri iade edildi…
Türkiye’nin gerek Türki Cumhuriyetleri ile ardı ardına yaptığı anlaşmalar,Akabinde Arap Ülkeleri ile de yakınlaşması Avrupa’yı son derece rahatsız ettiği bir gerçek.Zira Hasta Adam olarak adlandırdıkları Osmanlı Sonrası Cumhuriyetin ilk yıllarından sonra IMF ve Avrupa’nın medeniyet! döngüsü altında sarhoş edilen Türkiye,Kabuk değiştiren Avrupa’nın ,Türki Cumhuriyetlerinin ve Arap Yarımadasının Finans ve Ticaret Merkezi olma yolunda hızlı adımlarla ilerliyor.Haliyle Avrupa Parlamentosunun bu tür serzenişlerini DOĞAL! karşılamamız gerekiyor.Zira artık karşılarında artık ne Hasta ne de Sarhoş adam var ve onlarda bunu biliyor…