İngiltere ile Rusya arasında yaşanan casus krizi, tamamen İngiltere tarafından “tertiplenmiş” bir krizdir. Bu krizden her şekilde kârlı çıkan İngiltere’dir.
Her şeyden evvel, bu krizle beraber, İngiltere dünya gündemine oturmuştur.
Amerikan hegemonyasına kafa tutan dünya mahallesinin en büyük kabadayısı olan Rusya’ya kafa tutulmuş ve şampiyonlar liginde oynandığı bütün dünyada algılatılmıştır.
Bu (gûya) “büyük kriz” AB’den bağımsız olarak, doğrudan İngiltere ile bir diğer süper güç olan Rusya arasında gerçekleşmiştir.
Bu kriz, İngiltere için zerre risk taşımaz, zira tamamıyla İngilizlerin kontrölündedir. Bu içi boş krizden, ne bir savaş çıkacaktır ne de uzun vadeli bir diplomatik düşmanlık. Kriz unutulduğunda, İngiltere dünya kamuoyunda, Rusya ile “karşı karşıya gelebilmiş” güç imajını perçinlemiş olacaktır.
Rusya ile kriz, iç politikada, İngiliz halkının dikkatini, AB’den boşanmadan doğacak kabarık faturadan dikkatleri başka tarafa çekmiştir.
Ruslar şaşkındır. Rusya’nın İngiltere büyükelçisi Alexander Yakovenko verdiği beyanatta, uluslararası hukuk çerçevesinde İngilizlerden talep ettikleri hiç bir bilginin kendilerine iletilmediğin ve bu krizin durup duruken nasıl çıktığına anlamadıklarını ifade etmiştir. Hatta eski casus Sergei Skripal ve kızı Yulia’nın bizzatihi İngilizler tarafından öldürülmüş olabileceğini ima etti.
Rus dışişleri bakanlığı sözcüsü Artyom Kozhin, bu hamlenin, Avrupa ile Rusya arasındaki münasebetlerin normalleşmesine mani olduğunu ve Londra tarafından tezgahlanan Rus-aleytarı kampanya AB’nin de şamil olmasında üzüntü duyduklarını ifade etti.
İngiltere, Haziran 2016 yılında gerçekleşen referandumla Avrupa Birliğinden ayrılma kararı aldı.
Avrupa Birliği (AB) kuruluyorken, İngilizler, “yenemiyorsan, yanında yer al” prensibi gereği, Avrupa’daki bütünleşme sürecinin dışında kalmaktansa, içinde yer alarak, kendi aleyhinde bir yapıya dönüşmesine mani olmak istemişti. Bu hâlet-i rûhiyeyi anlamak mümkündü. Ne de olsa, tarihi boyunca, İngiltere’ye gelen bütü tehditler kıta Avrupasından gelmişti.
Ne var ki; her ne kadar AB üyesi olduysa da, İngiltere hiç bir zaman tam entegrasyondan yana olmadı. Para biriminden vazgeçmedi, seyahat serbestliği anlaşmasına dahil olmadı ve ne zaman daha fazla entegrasyon mevzubahis olsa, yan çizen hep İngilizler olageldiler.
Her ne kadar AB’nin bir parçası olsalar da, İngilizler, AB üyelikleri boyunca, “güneş batmayan imparatorluk kurmuş ecdadın torunları olma” psikolojisinden kurtulamadılar. AB üyeliği, İngiltere için bağımsız dış politika takip etme önünde “elini kolunu bağlayıcı” bir mâni olarak algılanageldi.
Ve nihâyet; “neticesi ne olursa olsun” AB’den ayrılma kararı aldılar.
Yeni dönemde, İngiltere’nin konumlandırılmaya ihtiyacı vardı. Dünya çapında bir algı operasyonu yapılarak; İngiltere’nin, AB potasında erimiş “üyelerden bir üye” olmadığı; müstakil bir cihan devleti olduğu zihinlere kazınmalıydı. İngilizler, asırlar boyu, düvel-i muazzama içinde yer almışlardı. Şimdi de dünyanın onu o eski ihtişâmıyla algılaması gerekirdi.
Peki bu uluslararası algı operasyonu nasıl yapılacaktı? Cevap çok basitti. Mahallenin kabadayısına kafa tutarsanız ve bileğinizin kabadayı tarafından bükülemediğini herkese gösterirseniz, mahallede rajon kesenlerden olduğunuzu tescillemiş olacaksınız.
AB’den ayrılan İngiltere’nin bundan sonra izleyeceği dış politika yeni dünya düzenine nasıl bir tesiri olacağı ayrıca tartışılması gereken bir husustur. Casus krizi, cihanşümul İngiliz siyasetinin, AB’den ayrıldıktan sonraki ilk büyük adımını teşkil etmektedir.