Güya “yeni Taliban”larla, “hurafeler”le vesaireyle mücadele ettiklerini söyleyen, köksüz, köksüz oldukları için de neo-selefî yani selefsiz tipler!
İslâm’a nüfûz edemeyen hem de biraz da bu nedenle zihinleri çağdaş hurafeler çöplüğüne dönüşen, İslâm’ı protestanlaştırma projesinin bilinçli veya bilinçsiz ajentaları!
İlmihâl’i küçümsemek, İslâm’ı hem bilmemek hem de bilmediğini bilmemek demektir ama mangalda kül bırakmayacak kadar da televizyonlarda cirit atarak bol keseden atıp tutmaktan çekinmemek!
İlmihâl’i küçümseyen bir kişinin samimiyetinden kesinlikle şüphe edilir. Bu, bu kadar nettir.
İlmihâl, adı üstünde, hâl ilmidir: İslâm’ın inanç ve hayat ilkelerinin bir bütün hâlinde özetlendiği ve örneklendiği Müslümanca duyma, düşünme, bakma ve yaşama rehberidir.
İlmihâl, bir Müslümanın yol haritasıdır, Müslümanca yaşama pusulasıdır.
İlmihâl kitapları, bütün ilimlerin bir araya getirilerek bütüncül bir İslâmî perspektifin inşa edildiği eşsiz metinlerdir.
İlmihâl kitaplarımız üç sütundan oluşur: Akîde, fıkıh ve ahlâk.
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz (sav) “ben güzel âhlâkı tamamlamak üzere gönderildim” buyurmuşlardır.
Bu hadis-i şerîf, bir Müslümanın şahsında, hayatında, iç ve dış dünyasında İslâm’ı hayat hâline getirebilmesinin şifrelerini sunar bize aslında.
Bu ülkede, çağımızda Müslümanlar bu muazzam hadisin sunduğu muazzam şifrelerin ne yazık ki farkında bile değiller.
Bu hadis, hâl ilmi kitaplarının serlevhası olmayı hakedecek kadar hayatın her alanını, görünür görünmez bütün boyutlarını enlemesine ve boylamasına kuşatıcı bir pusuladır.
Hakikat medeniyetinin, adalet medeninin, kalp medeniyetinin, tefekkür medeniyetinin, kısacası ahlâk ve adalet medeniyetinin pusulasıdır.
Hadis’te “güzel ahlâk” diye soyut, her yana çekilebilecek, hatta “ruhsuz” diyebileceğimiz bir mânâyla anladığımız ifade “mekârime’l-ahlâk” diye geçer.
Yani Efendimiz (sav), “mekârime’l-ahlâk’ı tamamlamak üzere gönderildim” diye buyurur aslında.
Peki, “mekârime’l-ahlâk” nedir, öyleyse?
Mekârime’l-ahlâk, hakikat medeniyetinin yol haritasını sunan şifredir.
Rasûl-ü Ekrem, deriz, Efendimiz (sav) için, değil mi?
Yani Allâh’ın lûtfuyla “en yüce kerem sâhibi insan” demektir bu.
Kerem sahibi olmakla, rahmet elçisi olmak arasındaki kopmaz irtibatı not edin buraya ilk önce.
İkincisi, “güzel ahlâk” dediğimiz ya da içini boşaltarak öyle aktardığımız “şey”, Peygamberimiz’in (sav) şahsında ve 23 yıllık vahiy sürecinde Kur’ân’ı adım adım hayata aktarma, oradan bir dünya, bir medeniyet inşa etme sürecidir.
“Mekârime’l-ahlâk” bir süreçtir; hakikatin 23 yılda bir medeniyet inşa etme sürecidir.
İşte meselenin hâl ilmi açısından püf noktası dediğim yer burası.
Müslümanların medeniyetten anlamaları gereken şey, Sünnet-i Seniyye’de ete kemiğe bürünen, ruh kazanan ve bütün varlığa hayat sunan Rahmet elçisinin “Yaşayan Kur’ân” olması keyfiyetidir.
Özlü bir dille ifade etmek gerekirse, Mekke + Medine = Medeniyet’tir.
Bu, aslında, Mekke + Medine = Sünnet-i Seniyye demektir; yani İslâm’ın münhasıran Efendimiz’in hayatında, daha genelde de 23 yıllık bir süreçte zamana ve mekâna nasıl aktarıldığının ortaya konması, Efendimiz’den sonra da nasıl aktarılması gerektiğinin formülünün sunulmasıdır.
Sözkonusu hadisi, kısaca özetlediğim bu medeniyet tasavvuru formülü üzerinden en güzel şekilde hâl ilmi kitaplarında ifadesini bulduğunu söyleyeceğim.
Şunu demek istiyorum: Yazının başında ne demiştik: İlmihâl kitaplarımız üç sütundan oluşur, demiştik: Akîde, fıkıh ve ahlâk.
Şimdi sıkı durun.
Bizzat 23 yıllık süreçte oluşan, yaşayan Kur’ân’ı oluşturan ve bize hakikat medeniyetinin yol haritasını sunan Sünnet-i Seniyye, ilmihâl kitaplarımızın da ana çatısını oluşturur.
Şöyle ki: Mekke sürecinde akîde sütunu muhkem bir şekilde dikildi; hakikat, emaneti üstlendiğinin şuuruna eren kişinin şahsında, hayatında, dünyasında hayat buldu.
Medine sürecinde, akîde sütunu, fıkıh’la sadece mümin kişide değil aynı zamanda bütün müminler topluluğunda hayat oldu, hayatın kendisi oldu.
Mekke ve Medine süreçlerinin hasılası olan Medeniyet sürecinde ise dikey ekseni oluşturan akîde ile yatay ekseni oluşturan fıkhın inşa ettiği bu dinamik süreç, ahlâk’la bütün insanlığa ve varlığa hayat sundu.
İslâm’ın her dem diri, her dem diriltici hayat sunan hakikat ilkelerinin akîde, fıkıh ve ahlâk sütunları üzerinden hayat bulması, hayat olması ve hayat sunması tam da hâl ilmi kitaplarımızın İslâm’ın başlangıcından bu yana yaptığı muazzam iştir.
O yüzden ilmihâli küçümsemek, İslâm’ın hayat bulmasının, hayat olmasının ve hayat sunmasının dinamiklerinin dinatlenmesinden, dolayısıyla tam bir çıkmaz sokağa sürüklenmekten başka bir şeyle sonuçlanmaz.
Vesselâm.
Yusuf Kaplan
Yeni Şafak