ABD Trump’la güç kaybetmekte; İngiltere Avrupa Birliği’nden ayrılmakta; Çin Xi Jinping’i ömür boyu başkan yaparak siyasi istikrarla yükselişini sürdürmek istemekte; İngiliz prangasından kurtulan Almanya/Fransa liderliğindeki Avrupa Birliği kendi silahlı gücünü teşekkül ettirmekte; Orta Doğu kaynamakta; dünya gerçeklerinin gerisinde kalan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ve NATO gibi uluslararası kurumların âkıbeti tartışılmakta… Kısacası, dünya düzeni değişmekte.
Dünyada bütün bunlar oluyorken, sessizce ve derinden yükselişini sürdüren Hindistan da dünya güç dengesindeki bu değişmeleri kendi lehine değiştirmek istemekte. G7 grubuna girmek, BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi olmak Hintli diplomatların hayallerini süsleyen hedefler arasında.
Hindistan, Güvenlikten ticarete, sanayiden çevreye her sahada süper güç olmak istemekte. Hindistan’ın bu yükselişine, bazı küresel güçler rekabetle, bazıları da yanında yer almakla mukabelede bulunmakta.
Hindistan dış politikasının en dikkate şâyân hususiyeti, sessizlik içinde yükselme şeklinde tezâhür etmesidir. Pakistan haricinde, kavga, sataşma, saldırma ritoriğinden uzak durmaya, dikkat çekmeden işini götürmeye çalışmakta. Diğer aktörleri yerinden ediyormuş gibi intiba uyandırmadan, bir şekilde sahneye dahil olmak ve güç pastasındaki payını artırmak niyetinde. Sessizlik içinde güçlenmek, kendi kabuğuna çekilme mânâsına elbet gelmiyor. Devasa askeri gücü ve her geçen gün büyüyen ekonomisiyle, büyük güçler kampındaki oyunu kendi lehine çevirme gayretinde.
Hindistan demokrasisinin en büyük problemlerinin başında elbette ki, sosyal heterojen yapısı gelmekte: dini inanç, etnik köken, kast sistemi, gelir dengesizliği gibi unsurlar sosyal problemlerin başında yer alıyor.
Siyasi bakımdan, Soğuk Savaş dönemi reflekslerinin devam etmesi ve iç politikadaki çatlakların kimi zaman dış politikaya köstek olma noktasına varması Hindistan’a zarar veren hususlar. Soğuk Savaş dönemi reflesinden kasıt, “bağlantısızlar” kampında yer almış olmanın bünyeye sinmiş siyasi algısından kurtulamamış olması. “Büyük kavgalara karışmayan Hindistan” imajını zedelerse, bağlantısız, otonom ve nispeten “imtiyazlı” yerini kaybedecek algısı bulunmakta.
Soğuk Savaş dönemi boyunca, Hindistan’ı istediği şekilde kendi safına çekemeyen Amerika Birleşik Devletleri, yeni dünya düzeninde Hintlileri kendine tam partner olarak görmek isteyecektir. Hindistan, ABD ile münasebetlerinde maksimum faydayı elde etmekle beraber, kendisini ABD’nin boyunduruğuna sokacak bir işbirliğinden de imtina edecektir.
Çin, her ne kadar Asya’nın birçok alt-bölgesinde rekabet hâlinde olsa da, yanı başındaki Hindistan’la düşmanca bir münasebet geliştirmeyi akıllıca bulmamaktadır. Kaldı ki, Çin’in de (ABD yerine geçecek şekilde) dünyanın yegâne süper gücü olabilmek için zamana ihtiyacı vardır. Üstelik Çin, şu aşamada dünyayı ekonomik olarak fethetmeyi yeğlemektedir. Bu itibarla, Hindistan’la dış politikası paralellikler arz etmektedir. (Çin’in sosyal problemleri ile Hindistan’ınkiler arasında da paralellikler müşahede etmek mümkündür.)
Tek başına Rusya, Hindistan için ne korkup endişe edecek kadar büyük tehdit, ne de dünya düzenine tesir edebilecek kadar dost olma keyfiyetine sahip değildir. Hindistan, Soğuk Savaş boyunca dünyanın yarısını elinde tutan Sovyetler Birliğinin tasallutundan sakınabilmiştir. Rusya Federasyonu Hintliler için daha kolay bir güçtür. Rusya büyük bir askeri güç olabilir, fakat Hindistan’a ilham kaynağı olacak sosyal, iktisadi ve kültürel faktörlerden mahrumdur. Putin’in etrafında kümelenen oligarşik yapıdan oluşan devlet yapılanması, kağıttan kaplana benzer. Putin sonrasındaki dönüşümünü başarılı şekilde teşekkül edemezlerse, Rusya’yı Yeltsin’li kara günlerden uzak değildir.
Hindistan’la Avrupa arasında ciddi ekonomik münasebetler bulunmakta. Ancak, İngiltere’nin ayrılmasından sonra, Avrupa Birliğinin dünya dengesine daha sağlam ve daha yeknesak politikalarla müdahil olacaktır.
Avrupa bağlamında, İngiltere’yi ayrıca ele almak gerekecektir. İngiltere’nin Hindistan üzerinde sömürge döneminden kalan ciddi bir nüfuz mevzubahis. İngilizce’nin resmi lisan statüsünde olması ve İngiltere’nin sömürge günlerinden bu yana Hindistan üzerindeki sosyal, kültürel ve siyasal etkilerini sistematik olarak sürdürmesi dikkat çekmekte. İngiltere, Hindistan’ın iç ve dış politikasını kendi menfaatleri muvacehesinde manipüle edebilme enstrümanlarını dünyadaki diğer bütün aktörlerden daha fazla elinde bulunduruyor.
Türkiye’ye gelince; Sultan İkinci Abdülhamit Han’la birlikte, “bütün cihânı teşmil eden dış politika” da tahtından indirilmiş. “Yurtta sulh, cihanda sulh: yan gel yat” dış politikada ana düstur olmuş. “Soğuk Savaş vardı” bahanesi, “dünya konjonktürü aleyhimize esiyordu” mazereti, “imkanlarımız kısıtlıydı” nakaratı “Güneş kandilin olsun” vizyonu unutturup, Kızılelma’yı buzdolabının buzluk kısmına kaldırtmış.
Son yüz yıllık tarihimizde, Hindistan’la alakalı, elle tutulur, gözle görülür, tek bir icraatımız yok. Halbuki Hindistan hadd-i zâtında dünyanın en büyük müslüman devleti. Üstelik, 332 yıl boyunca Türkler tarafında yönetilmiş bir devlet.
Amerikalı uluslararası ilişkiler ve dış politika uzmanlarını isim isim sayacak diplomatlarımıza ve uluslararası ilişkiler profesörlerimize kemâl-i hürmetle sorsanız, Hindistan’da on Türk âlim, evliya ismi sayamazlar. Üniversitelerimizde, kaç Hindistan uzmanımız var? Tika ve Yunus Emre Enstitüsü gibi fevkalade mühim teşkilatlarımızın henüz Hindistan şubeleri yok. Kaç vakıf, dernek ve sivil teşekkülümüzün Hindistan’da faaliyetleri mevcut?
Anayasa değişikliği referandumundan sonra, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Hindistan’a gerçekleştirdiği resmi ziyaret iki ülke arasındaki münasebetlerin geliştirilmesi cihetinde atılmış mühim bir adım oldu. Diğer resmi ve gayriresmi kurum ve kuruluşların da Hindistan’da aktif olmaları ve Hindistan’la ilgili stratejiler geliştirmeleri ehemmiyet arz etmekte.
Türkiye ve Hindistan, varolan dünya düzeninden memnun olmayan, yükselmekte olan, bölgelerinde derin nüfuzu olan iki güç. İşlendiğinde, güzel meyveler verecek mümbit kültürel ve tarihi toprak üzerinde gelişen kuvvetli bağları mevcut.
Dış politikada, Türkiye’nin fırsata ihtiyacı yok. Fırsatların idrak edilmesine ve mucibince istifade edilmesine ihtiyacı var.