Geçtiğimiz günlerde Türkiye’nin ev sahipliğinde gerçekleştirilen G-20 Zirvesi’nin açılış törenindeki görüntüler, kamuoyunun oldukça ilgisini çekti ve bu bağlamda sosyal medyada pek çok paylaşım yapıldı. En ilgi çekici olan kısmı ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderleri karşılarken kullandığı İngilizcesinin seviyesi oldu. Çeşitli liderlerin İngilizce konuştukları kesitlerden kolaj videolar hazırlandı, sosyal medyada paylaşım rekorları kırıldı…
Şimdi ilk olarak şunu belirtmekte fayda var. Liderlerin uluslararası zirvelerde İngilizce konuşmaları gibi bir yükümlülükleri yok. Ayrıca bu tip diplomatik etkinliklerde ulusal dilin kullanılması, ulusal gururun bir yansıması olarak telakki edilir. Yani genel temayül bu yöndedir. Bu konuda da Fransa’nın senelerdir örnek verilmesi, pek çoğumuzun karşılaştığı ve hatta öykündüğü bir durum. Fransız liderler, ulusal dillerinden başka bir dilde hitap etmemek konusunda oldukça geniş bir üne sahipler. Bu noktada anlaşılması gereken husus, uluslararası toplantılarda kullanılan İngilizcenin aslında “nezaketen” olduğudur. Bir diğer ifadeyle, liderler kendi ulusal dillerinden başka bir dilde kendilerini ifade ettiklerinde bu ancak diplomatik nezaketle anlaşılabilir. Kimsenin böyle bir yükümlülüğü yok kısacası.
Erdoğan’ın İngilizce seviyesi ise devletin “mahir” yönetimi adına elbette ki herhangi bir gösterge değil. Devlet başkanları, başbakanlar vb. üst düzey yönetim mensupları zaten yabancı dillerdeki yayınları, söylevleri takip edecek zamana da sahip değillerdir. Bu tip teknik işlerle çevrelerindeki danışmanlar, müsteşarlar vb. ilgilenir. Ayrıca hiç bir devlet, döneminin hakim diplomatik diliyle yönetilmez. Yani tek başına yabancı dil bilgisiyle yönetilen bir devlet varsa da benim cahilliğim olabilir tabii ki. Mesela 19. yüzyılda Fransızca hakim diplomatik dil olarak kullanılıyordu. Yarın öbür gün küresel dengeler dönüştüğünde de liderlerimizde Rusça, Çince vb. bilgisi mi aramalıyız?
Yukarıda anılan konuların eleştirisi, hem Erdoğan’ın hem de temsil ettiği siyasal çizginin gerçekçi bir eleştirisini hem imkansız kılıyor hem de sulandırmaktan başka bir işe yaramıyor. Yani Erdoğan’ın İngilizce seviyesizle “dalga geçmek”, ancak Ak Parti’ye çalışan trollerin yapabilecekleri bir iş.
Siyasal eleştiri her şeyden önce hem gerçekçi hem de tutarlı olmalıdır. Gerçekçilik noktasında yukarıdaki İngilizce örneği yeterli olabilir. Tutarlılık ve dolayısıyla inandırıcılık noktasında ise Ak Parti’nin Arap Baharı öncesi ve sonrası Ortadoğu politikasına verilen tepkiler göz önüne getirilebilir. Özellikle Esad’ın bir diktatör olduğu, Suriye’ye yönelik politikanın Türkiye’nin değerlerini ve çıkarlarını yansıtmadığı ve bu bağlamda da Erdoğan ve ailesinin Esad ve ailesiyle geliştirdikleri “dostluklarının” aslında ne kadar da yanlış bir iş olduğu konusunda hemen her gün bir yayın çıkardı muhalif basında bir zamanlar. Arap Baharı ve sonrasında Ak Parti genel Ortadoğu politikasından çark edince, muhalif dil de bulunduğu konumdan çark etti. Bir nevi roller değişti; Esad bir anda Ak Parti’nin düşmanı, muhalefetin dostu oluverdi. Halbuki bir tek Esad değişmedi…
Kısacası eleştiri, ciddi bir iştir. Ehil olmayan dillerde sulandırılmış bir hale gelebilir. Eleştirmeden önce iyi düşünün, her eleştiri trolleşmeyi potansiyel olarak barındırır…