Türkçe şah damarımızdır!
Bugüne kadar, her vesîleyle Türkçe’ye yönelik yapılan katliama dikkat çekmeye gayret ettim.
Cumhurbaşkanımızın “Dil devrimi adı altında Türkçemiz tatsız, tuzsuz, ruhsuz, renksiz kelimelerin tasallutuna sokularak, milletimizin kadim medeniyetiyle arasındaki bağ zayıflatılmaya, hatta kopartılmaya çalışılmıştır. Yani aslında bizim damarlarımız kesilmiştir. Tarihten olan bağımız, o damarlar kesilmiştir. Zaten, bir milletin dil noktasında bu damarını kestiğiniz anda, dedesiyle arasındaki bağı koparmış olursunuz” şeklinde konuşması beni çok mutlu etti.
Çeşitli mecralarda neşredilen bazı makale ve şiirimi bilvesîle nazar-ı dikkatinize arz etmek istiyorum.
Türkler nâmusludur!
Türkçe bir kabile lisanı değildir.
Okyanusu kavanoza sığdıramazsınız.
Ecdadımızın tarihin derinliklerinden bize seslenişini işitmek istiyoruz.
Şairlerimizi anlayabilmek, mütefekkirlerimizle hasbıhal edebilmek istiyoruz.
50 kelimeyle değil. 5000 kelimeyle konuşup düşünmek istiyoruz.
Köksüzlük, estetiksizlik, sığlık, güdüklük… Yeter artık!
Uydurukçayla mücadele bir şeref ve haysiyet meselesidir.
Cemil Meriç, Fransız İhtilali’nin bütün mukaddesleri yerle bir ettiğini, sadece kamusa saygı gösterdiğini tespit ederek şöyle diyor: Dilini kaybetmiş bir millet yok olmaya mahkûmdur. Kamus bir dildeki bütün kelimeler veya sözlük demektir. “Kâmus nâmustur!” Bayraklaştırılacak kadar güzel bir söz. Kendi lügatını (sözlüğünü) yakanların nasıl isimlendirilmesi gerektiğini ima ediyor.
Yedi düvelde at koşturan, yedi iklime adaletle hükümferma olan bir medeniyetin lisanı, gittiği her bahçeden çiçekler derlemiş. Farsça ve Arapça gibi köklü lisanlardan aldığımız kelimeler Türkçenin içinde öylesine erimiş ve öylesine mezcedilmiş ki, geldikleri yerde taşıdıkları manaları tamamıyla kaybetmişler. Türkçe, bu kelimelere apayrı bir kimlik bahşetmiş.
Osmanlıca diye ayrı bir lisan yoktur. Özbeöz Türkçedir. Hakiki Türkçedir.
Sonradan uydurulan ve Türkçeyle hiçbir alakası olmayan kelimelere “Öz Türkçe” denilmesi gülünçtür. Kandırmacadır. Öz dediğiniz, işin özünde, kökünde, mayasında, dibinde ve benliğinde var olmalıdır. Sonradan izafe edilen bir şeye öz demek, en hafif tabirle maskaralıktır.
Çocuklarımıza, bilmediği bir kelimenin manasını sözlükten bakma alışkanlığı edindirmemiz gerekiyor. Her evde, muhakkak bir Türkçe lügat bulunmalı.
Fuzuli’nin beyitleriyle neşelenmeyen, aşkı bir de Şeyh Gâlib’den dinlemeyen, Nâilî, Neşâtî, Hayâlî, Bâkî, Nefî ve diğer “Türk” şairleri okuyamayan lütfen kendini Türk saymasın.
Bırakınız bu zirveleri, çok daha yakın geçmişte yaşayan Necip Fazlı’ı bile anlayamayan gençleri gördükçe kahrolmamak elde değil.
Lütfen kendimize soralım: günde kaç defa lügata müracaat ediyoruz?
Shakespeare’i anlamak ne kadar bir İngiliz’in hakkıysa, bir Fransızın Hugo’yu anlamaya ne kadar hakkı varsa, bizim de klasik eserlerimizi okuyup anlamaya o kadar hakkımız var.
Bin küsür yıllık birikiminden mahrum olan bir başka toplum biliyor musunuz?
Türk milleti elli küsür yıldan beri mi var dünyada?
Kimse bu yazılanları bir takım dar ideolojik kalıplara sığdırma gayretine girmesin. Bu mevzu, zaman ve devrânın ötesinde, bütün bir medeniyetin komadan uyandırılıp şuurunu kazanmasıyla alakalı.
Kelimelerle ifade edilemeyecek kadar kıymetli olan muazzam ve muhteşem eserlerimizin kütüphanelerde çürümekte olduğunun farkında mısınız?.
Sizden kırk elli yıl evvel yaşayanların dahi yazdıklarını lügat karıştırmadan anlayamadığınızı biliyor musunuz?
İran’da bile, kaç yüzyıl evvel yaşamış olan Hafız, Sadi ve Mevlana’nın eserleri her evde rahatlıkla okunup anlaşılıyor.
“Türk kültür ve medeniyeti” denildiğinde, bir kaç dergi ve ders kitapları mı anlaşılıyor? Öncesi yok mu?
İstanbul’u fetheden Fatih Türk değil miydi? Kanuni Yunan mıydı? Yavuz Rusya’dan mı gelmişti?
İftihar ederek övündüğümüz öz atalarımızın lisanını anlamaktan aciziz. Bundan daha vahim bir derdimiz olamaz.!
Enflasyon haneleri, ihracat rakamları, AB kriterleri ve gündelik siyasi tartışmalardan başka bir şey düşünemez olduk.
Şah Damarımız Kesildi
Türkçe Açılımı açılımların en muhteşemi olacaktır.
Türk Lirasını temizlemek için altı sıfır sildik. Türkçe’mizi temizlemek için kim bilir nice sıfırlar silmemiz gerekecek.
Bazı hadiseler, zaman ilerledikçe ufalıp ufalıp tarihin karanlık dehlizlerinde kaybolup giderler. Mesela 12 Eylül, Ergenekon, 28 Şubat, Gezi, Seçim, 15 Temmuz gibi konjonktürel hadiseleri bir kaç yüzyıl sonra pek az kimse hatırlayacaktır.
Fakat bazı hadiseler, zaman geçtikçe büyür ve devâsâya dönüşür. Bir toplumun mukadderatının şekillenmesinde belirleyici olur.
Türkçenin başına getirilenler işte bu feci vakıalardan.
Türkçe, son 90 yılda tarihi köklerinden uzaklaştırıldı, ait olduğu medeniyet ikliminden tecrit edildi; akran ve akrabalarından uzaklaştırıldı. Tenhalığa zorlandı.
İki kuşak öncesini okuyup anlayamıyoruz.
Türkiye’deki iktidar ve ilgili salahiyet sahipleri; Türkçenin soysuzlaştırılmasına mani olacak ve sahip olduğu eski itibarını iade edecek bir açılım gerçekleştiremezlerse hakiki manada muktedir olmuş sayılmazlar. Bunu hükumetler değil, ancak ve ancak hakiki manada ülkemizin iktidarını eline almış kadrolar başarabilir. Zira Türkçe’ye takılan tasma; vatana vurulmuş zincirdir. Bize bu prangayı takanlar Türkiye’de değil; dışarıdadır.
Eski alfabeye dönülsün asla demiyoruz.
Geçmişimizle ve soydaşlarımızla irtibat kurulabilsin istiyoruz.
Türkçedeki uydurukça hamlesi vatan hainliğidir. İşgal kuvvetlerinin bile yapmayacağı kadar vahimdir. Millî ırza tecavüzdür.
Japon, Çin ve Kore gibi devletler öğrenilmesi çok zor alfabelerini dahi değiştirmediler.
Lisan siyasetin üstündedir. Modernleşme lisanı bozmakla olmaz. Lisanı aslından uzaklaştırmak olsa olsa art niyettir. Yunanlılar bizi işgal etselerdi; bizi yozlaştırmak, milli hafızamızı silmek ve kardeş toplumlarla irtibatımızı kesmek için Türkçe’ye bu zulmü reva görmek akıllarına bile gelmezdi. Şeytanın aklına gelmeyecek türden bir planın eseri bu.
Kökeni başka lisanlara dayanan kelimeleri Türkçeden silip; yerine soysuz, köksüz ve piç kelimeler yerleştirmenin hiçbir tarihi ve/veya bilimsel temeli yoktur. Hiçbir millet böylesine gaddarca, sinsice ve zalimce soysuzluğa maruz bırakılmamıştır.
Açınız bir İngilizce sözlük: Her kelimenin altında “Origin” yazılıdır. Yani hangi lisandan İngilizce’ye geçtiğini gösterir: %29 Latinceden, %29 Fransızcadan, %26 Almancadan ve %16 diğer lisanslardan. Allah aşkına; İngilizler lisanda ırkçılık yapıp, başka dillerden gelen kelimeleri silmeye kalksalar İngilizce diye bir lisan kalır mı? Kalsa bile; kel tavuğa dönmez mi? İngiliz ahmak mı ki kendi lisanına bu kahpeliği yapsın!
İşte Türkçenin hazin hali. Türk milleti matem tutsa yeridir. Türkçe’miz; içi mikrop dolu, ufku dar, her şeyi “ulusal” cılızlığına indirgemeye çalışan zihniyetin tasallutundan acilen kurtarılmalıdır.
Sadeleştirme adı altında Türkçe yozlaştırılmasaydı, beş yüz milyon kişiyle aşağı yukarı aynı lisanı konuşuyor olacaktık. En az bir milyar insanla “derdimizi anlatabilecek kadar” iletişim kurabilecektik.
Acizâne ve fakirâne lisanlarla haşır neşirim. Beş lisanı iyi derecede bilmekteyim. Bu beş lisan dışında da “ifham ve tefhim edebileceğim” bir kaç lisan daha var. İsmine maalesef Osmanlıca dedikleri klasik Türkçe’mizle yazılan eserleri de inceliyorum. Ömrünü lisanlara vermiş ve yetmişten fazla ülkede bulunmuş bir kardeşiniz olarak şunu ifade etmek istiyorum: Türkçenin düşürüldüğü içler acısı vahim vaziyeti tam manasıyla idrak etseydiniz, yerinizde duramaz sokaklara dökülürdünüz.
Nâmuslu olma iddiasındaki her vatansever, Türkçeyi dert edinmek mecburiyetindedir.
Türkçe şah damarımızdır!
“Gülün Adı: Kitap İçinde Kitap – Umberto Eco Üzerine bir Deneme” Makalesinden
Türkler için Osmanlı neyse, İtalyanlar için Roma İmparatorluğu odur. Umberto Eco ecdadının,Vatikan’ın ve İncilin lisanı olan Latinceyi kullandı diye gerici mi oldu!
Türkçe’nin hazin hâli nokta-yı nazarından bakılınca, çukurdan beter üniversitelerimizin uydurukçasından ötesini göremeyen mütercimler, lisanımıza karşı cürüm işlemiş olurlar. Mütercim, kale muhafızıdır. Medeniyetin estetiği mütercimlere emanettir. Muhafızlar düşerse, kalenin içi lağımla, irinle, mikropla dolar.
Yabancı kaynakların uydurukça tercümesi; kupkuru, köksüz, estetiksiz, sığ ve güdük. Yirmi birinci asır, kelimelerin mücadele asrıdır. Kelimelerine sahip çıkamayan dâvâyı kaybedecektir. Saflaştırma, “öz” Türkçeleştirme bahanesiyle, Türkçenin içi pisliklerle doldurulmuştur.
Siz “Öz İtalyanca” duydunuz mu? Osmanlıca diye ayrı bir lisan yoktur. Özbeöz Türkçedir. Hakiki Türkçedir. İtalyanlar, bugünkü lisanlarına İtalyanca, yüz yıl öncekine Romaca diyorlar mı?
Umberto Eco; ecdadının konuştuğu kelimelerle yazıyor ve içini Latince ifadelerle dolduruyorsa, biz neden ecdadımızın kelimeleriyle tercüme edemeyelim. Lisan; siyaset ve ideolojilerin üstündedir.
Umberto Eco’nun kullandığı İtalyanca, öz, saf, ârî ve diğer bütün dillerden arındırılmış bir lisan mıdır? Başka lisanlardan iktibas edilen kelimeleri lisanlarından söküp atan bir devlet biliyor musunuz? Biz lisan meselesinde; ırkçı, faşist, kafatasçı mıyız?
Türkçe’mizin; içi mikrop dolu, ufku dar, her şeyi “ulusal” cılızlığına indirgemeye çalışan zihniyetin tasallutundan kurtarılmasında, mütercimlerimizin büyük mesüliyeti vardır. Nâmuslu olma iddiasındaki her mütercim, uydurukçayla mücadele etmek mecburiyetindedir.
Türkçe şah damarımızdır!
Bir Sevdadır Türkçe Şiiri
Sensin şanlı dâvâmız! Şah damarımız; Türkçe!
Maziden istikbale; son kararımız: Türkçe!
İlk ninnisi annemin; babamdan kalan son söz.
Aşk ilanından güzel; Türkçe yazılan her söz.
Ey muhteşem lisanım; ey sultanlar nişânı!
İhtişâmında dehşet; ey haşmetliler şânı!
Kâmussuz nâmus olmaz; konuşmaz sensiz vicdan.
Bir tek kelimen için; geçeriz serden, candan!
Konuşulduğun her yer; vatandır bizler için.
Duymak için sesini; yanarız için için.
Kazak, Kırgız ve Özbek; marşsız kalırlar sensiz.
Tatar, Yakut ve Uygur; hür mü kalırlar sensiz!
Türkmenlere sevdasın! Aşksın Başkurdistan’a!
Sensin ecdadın sesi; fermansın Lehistan’a!
Vatansız millet olmaz; vatansın Türkistan’a!
Olmaz bayraksız vatan; bayraksın Türkistan’a!
Sensin kimlik mührümüz, bizlere bağla bizi.
Bizi biz yapan iksir; imanla dağla bizi.
Duasın dudaklarda! Harplerde sensin nara!
Senin uğrunda Türkçe; gideriz fert fert dara!
Yaşarken nasihatsin; Ölurken vasiyyetsin.
Sen vazgeçilmez sevda! Şeref ve haysiyetsin.
Keşfedip ufukları derlerdin kelimeler
Fethedip gönülleri seslendirdin nağmeler.
Arapça kelimeler, sana geldiler gelin.
Bu eve giren her kız, namustur artık, bilin.
Farsça’dan tamlamalar, sana ettiler hicret.
Seni vatan seçenler, göremez bizden nefret.
Bu nasıl bir lisan ki; cihana sürmüş hüküm!
Çekse de binbir çile, demez ağırdır yüküm!
“Eski” ve “Yeni” Türkçe; bu nasıl bir bölünme!
Düşman mı etti işgal! Dil niçin uğrar zulme!
Türkçe konuştu ecdat; bilmedi Osmanlıca!
Yok öyle ayrı bir dil; bu nasıl kandırmaca!
En yakın dostlarınla, kurmaz oldun irtibat!
Anlamaz artık seni, Bakü, Tebriz, Aşkabat
Sonradan uydurmakla; “öz” Türkçe olmaz ki söz!
Uydurukça sözlerle, nasıl kanacak bu göz!
Öz dediğin berraktır: köklerden coşup çağlar!
Geçmişiyle kendini, aşk ve imanla bağlar!
Kabîle dili değilsin; çadıra dönme Türkçe!
Ey medeniyet dili; küçülüp kalma Türkçe!
Ahmed Necip YILDIRIM