Soğuk Savaş sonrasında; Amerikan hegemonyasında tek kutuplu düzenden veya ABD liderliğindeki Batı ile Rusya/Çin arasında bir kutuplaşma ihtimalinden söz ediliyordu. Ancak yaşanan gelişmeler, Doğu-Batı şeklinde iki kutuplu değil, çok kutuplu dünya düzeni ihtimali daha ağır basmakta.
Trump yönetiminin açıkladığı ve Avrupa’yı çileden çıkaran ithalat tarifeleri, dünya düzenini temelinden değiştirecek potansiyele sahip. ABD – AB arasındaki ilişkilerin rekabetten öteye gideceği çok önceden belliydi.
Dünya haritasını önümüze alıp, hâdiseleri ABD/İngiltere – Fransa/Almanya zıtlaşması pertevinde okumaya çalıştığımızda; Volkswagen krizinden Ukrayna savaşına, Orta Doğu’dan Kuzey Kore’ye kadar, cereyan etmekte olan pek çok sürecin arkasında yatan dinamikler daha net yerli yerine oturuyor.
AB, Almanya ve Fransa’ya dünya düzenindeki oyun kurucular arasında yer almaları için müthiş imkanlar bahşediyor. Hitler ve Napoleon’un silah zoruyla yapamadığını Almanya ve Fransa bir olup Avrupa Birliği şemsiyesi altında sulh içinde yapmıyorlar mı? Beş yüz milyon nüfusluk pazar, beşerî sermâye, geniş topraklar, stratejik derinlik, madenler, hammadde… AB her bakımdan Fransa ve Almanya için büyük nimet.
Kaç yıldan beri yazdığım makalelerde ve değişik ortamlarda ifade ettiğim gibi, Amerikan hegemonyasını tehdit edecek en büyük potansiyel güç ne Rusya’dır, ne de Çin.
Rusya, oligarşik bir devlettir. Her şey bir avuç multimilyarderin elindedir. Halkın ekseriyeti fakirdir. Orta sınıf yoktur. Yüz kırk beş milyon civarında nüfusu olan ülkede, Moskova ve Petersburg haricindeki şehirlerin ekseriyeti nüfusu bir milyon civarındaki kocaman köyler gibidir. Demografisi heterojendir. Etnik grupların merkeze bağlılıkları son derece zayıftır. Sovyetler Birliğini Rusya Federasyonuyla kıyaslamak; uluslararası ilişkiler, diplomasi tarihi ve Rusya hususunda cehaleti gösterir.
Bugün Putin liderliğindeki Rusya Federasyonu güçlü gibi gösteriliyor olması, ABD’nin işine geldiği içindir. Aslında “güçlü” gibi değil, “öcü” gibi gösterip silaha harcadığı parayı meşrulaştırmak ve tehdit eden düşman varmış algısı oluşturmak içindir. Yoksa Rusya’nın kağıttan kaplan olduğunu veya en azından iki kutuplu bir dünyanın başlı başına bir kutbu olamayacağını ABD de çok iyi bilmektedir.
Çin Halk Cumhuriyetinin askeri ve üretim/ekonomik gücü bilhassa Soğuk Savaş’tan sonra ciddi şekilde arttı. Fakat bir buçuk milyar nüfuslu devletin dûçâr olduğu müzmin içtimai dertler saymakla bitmez. Bunların başında, Kuzey – Güney arasındaki gelişmişlik/ekonomik dengesizlik ve gelirdeki adaletsizlik gelmektedir. Memnuniyetsiz, sefil ve aç kitleler çoğunluktadır. Doğu Türkistan, Hong Kong, Tayvan ve Tibet gibi kendini Çin’in bir parçası kabul etmeyenlerin bir yana, kendilerini sistemden dışlanmış kabul eden alt etnik gruplar da mevcuttur.
Kısa bir zaman içinde, Rusya ve/veya Çin’de Renkli Devrimler veya Arap Baharına benzer halk hareketleri meydana gelirse katiyen şaşırmamak gerekir. Her iki ülkede, zorbalıkla susturulan yığınlar vardır. Zira, böyle bir ayaklanma, beraberinde on yıllar sürecek istikrarsızlık, iç savaş ve darmadağın olmayı beraberinde getirebilir. Çin ve Rusya; vatandaşlarının memnuniyetsizliklerini siyasete tercüme edebilecek demokratik mekanizmalardan mahrumdurlar. Bunun kuvvetle muhtemel olduğu kanaati, bu iki ülkeye gerçekleştirdiğim müteaddit seyahatten sonra hâsıl oldu.
Almanya veya Fransa için böyle bir ihtimalden bahsetmek kâbil değildir. Bu iki devlet derin demokratik devlet geleneğine sahiptir.
Sosyal medyayla ufak kıvılcımların büyük içtimai yangınlara dönüştüğü bir dönemde yaşıyoruz. Demir yumruk Putin’le veya Komünist Parti disipliniyle ancak belli bir yere kadar halkın memnuniyetsizliğini baskı altına tutabilirsiniz. Eninde sonunda büyük öfke şeklinde size geri dönecektir. Hele bir de böyle bir memnuniyetsizlikten yeri geldiğinde çok iyi su-i istifade etmeye hazır ABD gibi rakipleriniz varsa işiniz daha da zor demektir.
Olur da Avrupa Birliği; Almanya/Fransa liderliğinde bir Avrupa Birleşik Devletleri veya ona yakın bir yapıya dönüşecek olursa, ABD’ye hakiki mânâda kök söktürecektir. Bunun bir kitap hacminde içtimai, siyasi, diplomatik, iktisadi, tarihi… sebepleri sayılabilir.
Türkiye Ne Yapmalı?
Çok Kutuplu dünya düzeni, Türkiye için büyük fırsatlar demektir: Denge siyaseti izleyerek, bir aktörü diğerine karşı kullanarak kendi nüfuz sahasını genişletme yoluna gitmesi çok daha muhtemel olacaktır. Türkistan, Balkanlar, Kafkasya ve Orta Doğu Türkiye’nin en tabii hinterlandıdır.
Türkiye’nin nüfuzunu ilerletmesi gereken en mühim bölge Türkistan’dır. Türkistan, (bütün lehçeleriyle) Türkçe konuşulan her yerdir.
Sadece Osmanlı’nın hükümferma olduğu topraklara öncelik vermek ciddi hata olacaktır. Sovyetler Birliği çöktükten sonra, Rusya Federasyonu topraklarında yaşayan halklar dahil olmak üzere, bütün Türk halkları bir kültürel boşluğa düşmüş vaziyettedir. Rusya Federasyonu dahi Türkistan’ın bir parçası kabul edilerek hareket etmelidir. (Bu hususu teferruatıyla izah ettiğim şu makaleyi okuyunuz: Bir Rusya İdealiniz Var mı?)
Elbette ki; cihan devleti olmak için bütün dünyayla alâkadar olmak gerekir. Fakat; lisan, inanç, kültür, iktisat, güvenlik ve coğrafya olarak bize stratejik derinlik kazandıracak en mühim saha Türkistan’dır. Türkiye’deki münevverler ve karar vericiler bu hakikati ne kadar erken idrak ederlerse, o kadar iyi olacaktır. Osmanlı yıkılmıştır. Yeni-Osmanlıcılık veya İslam Birliği gibi söylemler bizim için en hafif tabirle zaman kaybıdır. Ne Osmanlı yeniden kurulabilecektir, ne de bizim tahayyül ettiğimiz bir İslam dünyası mevcuttur.
Ruslar, Türkistan’daki azınlık; Türkiye ise Türkistan’ın ta kendisidir.
Türkiye; ehemmiyetine göre etrafındaki bölgeleri sıralayacak olursa, hangi bakımdan ele alınacak olursa olsun; Türkistan listede en başta yer alacaktır. Bu; kuru Türkçülük veya köhne Turancılık değildir. Türkiye’nin âli menfaatlerinin (Realpolitik) gereğidir.
Halihazırda, Türkiye’nin bu hususta kudreti dahilindeki her şeyi yaptığını söylemek doğru olmayacaktır. Her şeyden evvel Türkistan’ı algılama şeklimizi değiştirmemiz icap etmekte:
– Türkistan’la alâkadar olmak sizi kafatasçı yapmaz.
– Rusya’nın Türk Cumhuriyetleri üzerindeki tesiri sanıldığı kadar kuvvetli değildir. Sovyetler Birliğinin hiç olmazsa içi boş da olsa dayattığı bir komünizmi vardı. Rusya Federasyonu devleti, Türkler şöyle dursun, kendi halkına dahi ilham verecek bir söyleme sahip değildir.
– Türkistan’da istifade edilecek en iyi enstrüman, yumuşak güç unsurlarıdır. Bu çerçevede, tek yapılması gereken, ortak tarihimizi hatırlatmak ve ortak kıymetlerimizi açığa çıkarmaktır.
– Hariçte yaşayan Türkistanlılarla bizim kafamızda yaşayan Türkistanlıların birbiriyle hiç bir alâkası yoktur. Türkiye’de son yüz yılda şekillenen Türk milliyetçiliği, Fransız İhtilaliyle ortaya çıkan milliyetçiliğin tesirindedir. Bizim bu milliyetçiliğe ihtiyacımız yoktur. Bize Ahmed Yesevî, Şah-ı Nakşibend ve Türkistanlı erenlerin milliyetçiliği lazımdır.
– Türkistanlıların ihtiyaç duyduğu ve bizden beklediği ideoloji değil; mânâdır, ahlâktır, doğru itikattır. Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’in de dediği gibi, Türkistan’ın ihtiyaç duyduğu, “Mevcut tehlikeli ve yıkıcı akımlardan farklı bir şekilde, geleneksel Hanefi mezhebidir.” Başka bazı ülkeler tarafında Türkisan’a zerk edilmeye çalışılan dînî telakkilerin Türkistan’da tarihi zemini ve kökü yoktur.
– Türkistan’da tatbik edilecek Dış Politika; Batılı teori, strateji ve yaklaşımlara değil, tarihimizden beslenecek tahlillere dayanmalıdır.
– Sistem olarak; din ve devlet işlerinin birbirinden ayrı olması başka bir şey; dış politikayı tespit ve tatbik edeceklerin dinî malumatla mücehhez olmaları ayrı bir şeydir. Türkistan’ı anlamak için, Türkistan’ı Türkistan yapan kıymetleri bilmek gerekmez mi? Acaba Türkistan diyarı, Hanefi mezhebine sahip olduğu âlim ve evliyaların kaçta kaçını armağan etmiştir?
Bu liste bu şekilde uzar gider. Kısacası, Çok Kutuplu Yeni Dünya Düzeninde; Türkiye, peyk değil, kutup yıldızı olmalıdır. Bunun da yolu, hangi toprakta neşvünema bulacağını akıllıca tespit etmektir.
Netice-yi Kelâm
Yaşanmakta olan ticari harpte dikkatleri en çok celbeden husus, Batılı devletler arasındaki derin bölünme olarak karşımıza çıkıyor. Soğuk Savaş bittiğinden bu yana, Avrupa ve Amerika hiç bu kadar karşı karşıya gelmemişti.
Bu da, Avrupa Birliği içinde daha fazla entegrasyona ve hatta AB’nin NATO’ya alternatif askeri ve savunma tedbirleri almasına yol açması çok kuvvetle muhtemel.
Avrupalı yetkililer, hiç olmadığı kadar ABD aleyhinde beyanatlarda bulunmaktalar. Karşılıklı atışmalar gösteriyor ki, ABD/İngiltere – Almanya/Fransa arasındaki rekabet düşmanlığa kadar gitme potansiyeli taşımakta.
İngiltere’nin AB’den ayrılmış olması da; dünya dengelerini değiştiren mühim unsurlardan. Meksika ve Kanada gibi devletler, kurunun yanında yanan yaş tahtalar şeklinde telakki edilebilir.