2017 sonrası yeni bir sürece girdiğimizi söylersek yanlış olmaz. Süreç diyorum, zira süregelen bu olaylar zincirinin halkaları birbirine bağlanıp servis edilme aşamasına gelmiştir. Bu süre zarfında, aradan geçen yıllar sonrası önümüzde ciddi meseleler durmaktadır. Üzerine ciddi ciddi düşünülmesi ve acilen masaya yatırılıp çözülmesi gereken elzem konulardır bunlar.
“Toplumsal kıpırdanmalar” desek… “Toplum mühendisliği” veya… “Kültürel hegemonya” ya da “kutuplaşan/kutuplaştırılan toplumlar…”
Mesela… Ufak tefek, irili ufaklı kıpırdanmalar…
Bir kar tanesinin, zirvenin tepesinden yuvarlana yuvarlana şehir merkezlerine doğru ilerleyişi. Ve en sonunda o tanenin devasa bir kar topuna dönüşüp sinelerimize çarpması…
Bir şeylere alıştırılıyoruz da farkına mı varmıyoruz? Çok mu duyarsızlaştık? “Adam sendeci”lik hallerine mi büründük uzun zamandır? Daha ne kadar oyunlara geleceğiz?
Ve en önemli soru…
“Bize de mi bir yelek hazırlanıyor acaba?!.”
“Ufak tefek kıpırdanmalar” dedim yazının başında… İrili ufaklı Türkiye’nin çeşitli yerlerinde farklı sebeplerle hareketlenmeler söz konusu.
Bunlar her ne kadar doğal gibi görünse de bunları birleştirip bir yığın hâline getirmek isteyen bir akıl var. Bir üst akıl… Türkiye’ye de bir yelek hazırlamak derdindeler.
Amaç belli… Türkiye’yi bölüp parçalamak, yeniden bir yetkinin güdümüne sokmak… Farklı cepheler açarak bizi ayrıştırmak isteyen kirli eller… Emperyalist güçler ve onların emperyal hayalleri…
Çözüm belli… Devletin, milletine hem analık hem babalık yapması, ‘insanı yaşat ki devlet yaşasın’ düsturunu daha da bir yaşatması. Biz vatandaşların da yaşanan bütün hâdiselere sükûnet ve itidalle yaklaşması olmazsa olmazlarımızdan olmalıdır.
EMPERYALİST İLE EMPERYAL ARASINDAKİ FARK…
Ne diyorduk? Emperyal güçler, evet…
Emperyal güçlerin emperyalist planları hiç ama hiç bitmedi. 100 yıllık bir hesaplaşmayla kapımıza dayanmış durumdalar. Geri adım atacak gibi de durmuyorlar.
Biz de geri duracak değiliz. Emperyal güce ‘emperyal gücümüz’ ile karşılık vermek durumundayız.
Açık yüreklilikle ifade etmem gerekir ki, Türkiye’nin emperyalist bir düşüncesi ve planı hiç ama hiç olmadı. Ama emperyal hedefleri mutlaka olmalıdır. Olmak zorundadır…
Yanlış anlaşılmaması için bu meseleye kısa bir not düşelim.
“Emperyalist” kelimesi, askeri hegemonyaya dayanan etkinliği belirtir. Karşı tarafı “tutsak/esir” almak tabiatında vardır.
“Emperyal” kelimesi ise yine “güce” dayanır fakat bu sözcük “gücünü kullanarak” değil, “gücünü hissettirerek/masada yer alarak” diğer ülkeler üzerinde etkin ve etkili olmayı ifade eder.
Türkiye, gerek maddi gerek manevi yapısı gereği bölgesinde pasif, münzevî bir devlet olarak yaşayamaz. Böyle yaşamak istese bile emperyal hedeflere bürünmüş yapıların uzantısı olan devletler bizi rahat bırakmazlar. Türkiye bölgede faal olmak zorundadır. Edilgen olmasından bahsetmek bile istemiyorum.
Ezcümle, ülkemizin faal mi yoksa edilgen mi olacağına yine Türkiye’yi yönetenlerin dünyayı okuma, anlama ve yorumlama, diplomasinin etkin kullanılması, ellerindeki kozları doğru yerlerde ortaya koyma ve hareket kabiliyeti belirleyecektir.
‘Emperyal Güç’ten kastımız, tekrar edelim; emperyal güçler, dünya gündemini kendileri belirler ve yönlendirir.
Bahsettiğimiz de aslında budur.
KÜLTÜREL EMPERYALİZM VE ÇÖKEN AHLÂK SİSTEMİMİZ…
Kültürel emperyalizmle de küresel sistemle bütünleşmiş toplumların inşa edildiğine şâhit oluyoruz. Emperyal güçler, popüler kültürle küresel insanı şekillendirmek arzusundalar. Özellikle popüler olan kitaplara, yayınlara, filmlere, dizilere ve isimlere baktığımızda bunu daha açık ve net bir şekilde görüyoruz.
Yine aynı emperyal kültür, medya aracılığıyla cinselliği kullanarak insanları yatak odası kültüründen ibaret saymaya devam ediyor. Televizyonlarda magazin programlarının en çok izlenmesini nasıl açıklamamız gerekiyor acaba?
Dikkat edilirse her on yılda bir, yeni bir fikir veya düşünceyle tanışıyor, belli projeler üzerinde konuşup tartışmak zorunda bırakılıyoruz. Bu bağlamda; “Medeniyetler Çatışması”, “Dinler ve Medeniyetler Arası Diyalog” ve “Büyük Ortadoğu Projesi” gibi fikirler, emperyal güçlerin dünyaya dayattığı projelerden birkaçı…
Son otuz yıl içinde sosyalist İslam’dan ılımlı İslam’a, kültürel İslam’dan Yeşil Demokrasi’ye kadar birçok konu gündemimize girip çıktı, birçok konu tartışılıp unutuldu. Oysa unutulmaması gereken, önümüze bu konuları koyanların gerçek amaçlarıdır!..
Biz hiçbir zaman o gerçek amaç üzerinde düşünemedik, düşündürtülmedik. Birilerinin geri planda durarak bir mühendisliğe giriştiğini unuttuk. “Dünya insanı” olmak adına “emperyal güçlerin” maalesef “küresel insanı” olduk. Artık Amerikalılar gibi düşünüp Avrupalılar gibi yaşıyor, emperyal odaklar gibi hareket ediyoruz.
Onu için tekrar ediyorum; Türkiye Cumhuriyeti’nin gücü elinde “emperyal hedefleri” mutlaka olmalıdır.
GÜZEL ÜLKEM KIPIR KIPIR (!)
“Ufak tefek kıpırdanmalar” dedik… Özellikle 2018 başından bu yana, hele hele son altı aydır… Türkiye’nin çeşitli yerlerinde farklı sebeplerle irili ufaklı hareketlenmeler söz konusu.
Bunların en başında gerçeğin öğrenilmemesi üzerine kurulmuş olan “fısıltı gazetesi” en önemlilerinden. Gri/siyah yayınlar ve enformasyon türevleri.
Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş, Trabzon ve çeşitli spor camialarındaki taraftar hareketleri ve hareketlilikleri…
(Beşiktaş maçı için İstanbul’a gelen Trabzonsporlu taraftarların -biz onlara, samimi taraftarların arasına sızmış provokatörler diyelim- Taksim İstiklal Caddesi’nde Galatasaray’ın GS Store dükkanına saldırması…)
Fransa’nın başkenti Paris’teki sarı yelekliler vandalizminden sonra Türkiye’de belli başlı bilindik firmaların sarı yelek fiyatlarında yüzde 80’e varan indirimler yapması.
(Utanmasalar üzerine para verip yeni bir satış sistemi geliştirecekler…)
Andımız üzerinden toplumum fikir ayrılığına sürüklenmesi.
Siyasetteki gerilim ve söylemler. Tahrik edici, ayrıştırıcı, bir faydası olmayan sözlerle milletin keman teli gibi gerilmesi.
Doktora ve hastaya yönelik şiddet haberleri…
MasterChef yarışmacısı Murat Özdemir’in toplumda infial uyandıracak hareketleri ve ruh sağlığının toplum sağlığına etki etmesi.
(Fatih Altaylı, ‘MasterChef Murat’ın papağana yönelik imza attığı vahşete herkesin ortak olduğunu, suçun sadece Acun Ilıcalı’ya atılamayacağını söyledi ve ekledi: “Memlekette insanın değeri kalmamış, kuşa mı değer verilecek zannediyorsunuz…”
Evlilik programlarının aile ve sosyal yaşantımıza müdahale eder derecede girmesi ve bu programların 900’lü hatlara dönüşmesi…
Medyada söylemleriyle halkı tahrik edip sokağa davet eden kişi/kişiler.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nda kadınların rolleri ve kritik noktalara görevlendirilmeleri…
Dini hassasiyetlerin kaşınması ve tartışılmaya açılması…
Kadınlara dönük hazırlanan teklifler/kanunlar ve pozitif ayrımdan öte ayrımcılığa çanak tutan maddeler.
Feminizmi ve ayrıştırmayı körükleyici hareketler/faaliyetler…
Abartılı hayvan hakları ihlallerinin ifşâları…
Kadınlara yönelik şiddet eylemlerinde medyanın rolü…
Taciz, çocuk gelinler gibi haberlerin nokta atışı hedef göstererek sunulması…
EYT (Emeklilikte Yaşa Takılanlar)
Trafik ve Belediye Cezaları…
Suriyeliler meselesi, taciz hadiseleri ve saldırılar…
Hukuk/Adalet mekanizmasındaki boşluklar ve güvenin kaybedilmesine dönük hareketler…
Çeşitli mahkeme kararları…
Danıştay, Sayıştay gibi kurumlar üzerinden ortaya çıkan meseleler ve tartışmalar…
Ekmek fiyatlarıyla oynanması…
Devlete karşı güvensiz ve samimiyetsiz bir algının oluşturulması…
(Şahsi tecrübesizlikler ve şahsi kararlarla işlerin devlete mâl edilmesi en büyük sebebidir.)
Toplumu birbirinden bir şekilde uzaklaştıracak, nefret ettirecek hadiselerin körüklenmesi…
NEREYE GİDİYOR VEYA SÜRÜKLENİYORUZ?
Saymakla bitiremeyiz… En göze çarpanları kaleme almaya çalıştım.
Toplumu, “o varsa ben yokum” kıvamına getirmek için elden ne geliyorsa yapılıyor.
Bir yanda bütün bunlar olurken, güdüleyici bir oluşumla/vakayla hepsini bir araya getirip bir öfke sağanağına dönüştürmek amaçlanıyor.
Toplumsal infialler oluşturup toplumun temelleriyle oynamak istiyorsanız aileden işe başlamanız gerekir. Aile temel yapı taşını yerinden oynatırsanız her şeyi yapabilirsiniz. Buna imkân verilmemeli. Ailemize sahip çıkmalıyız. Onlar için elimizden gelenin en iyisini yapmalı, sokağın merhametsiz yığınlarına terk etmemeliyiz.
Aile ve toplumsal infial demişken… Misal; geçtiğimiz günlerde İstanbul’da yaşanan bir olay. 21 yıllık eşine boşanma davası açan N.Ç. adlı adam, üç çocuğunun da kendisinden olmadığını öğreniyor. Yetmiyor, mahkeme; çocukların velayetini anneye verirken, babanın ise nafaka ödemesine hükmediyor.
Bu karar ve haber sizde ne uyandırıyor? Samimi bir şekilde kendinize sorun bu soruyu..
Hukuk ve adalet, devletin olmazsa olmazlarındandır. Bu iki mefhum, devletin bağımsız organlarınca sağlanamadığı müddetçe, kişiler kendi kurallarını kendisi koyma yoluna gider ve uygulamaya sokar. “Kanun da benim, ceza da” der ve istenmeyen hâdiseler vuku bulur.
Bu olaylar şu anda olmasa da önümüzdeki günlerin ana meselesi olmaya kuvvetle muhtemel adaydır.
MÂRİFET, HALKI YOĞURARAK GÜÇLÜ BİR MİLLET OLMADADIR…
Velhâsıl… Derdimizi uzun uzadıya daha da uzatıp anlatmanın bir âlemi ve anlamı yok. Emperyal güçlerin, emperyal tuzaklarına gelmemek için uyanık olalım. Bu işin partisi, siyasi görüşü, kimliği yok. Her yaşanan olaya, gördüğümüz her hâdiseye balıklama atlamayalım. Hemen bir karar ve yargıya varmayalım. Sükûnet ve itidal rehberimiz olsun. Ne fitneci olun, ne de fitneye alet olun… Sadece bilinçli ve uyanık olmak yeterli…
Devletimizin, yetkili organlarımızın ve bizi yönetenlerin de milletimizi bir arada tutacak o ruhu her daim diri tutması, hakikat ve liyakat üzerine bir ülke inşâ etmesi kaçınılmazdır. Birkaç günlük siyasi kazanımlardan öte, ülkenin geleceği düşünülmelidir. Bürokratik oligarşi önümüzde hâlâ bir set olarak durmakta ve işleyen/işlemek isteyen mekanizmaları kilitlemektedir.
Buradan emperyalist güçlere bir hatırlatmada bulunalım…
Bize dikilip giydirilmek istenen envaiçeşit yelekler dikiş tutmaz, yırtılır. Bir yelek dikeceksek onu da biz kendimiz diker ve giyeriz. İthal yeleklerin bedenimizi tutsak hâle getirmesini beklemeyin. Esir olmak zaten ruhumuzda yok. Onun için kendinizi de yormayın, heder etmeyin.
Ve şunu da aklımızın bir kenarına iliştirelim; Mârifet; milleti çözerek ‘halk yığınları’ meydana getirmek değil. Halkı yoğurarak güçlü bir millet olmadadır…
***
Kelâm-ı kibar: “Fitneciler saldırdığı zaman ‘Beni öldürmek için sen bana elini uzatırsan da, seni öldürmek için ben sana elimi uzatmam’ diyen Âdem’in (aleyhisselâm) oğlu ‘Hâbil’ gibi ol!..”