Dâvet herkese: Son iki küsür asırda yaşadığımız hezîmetleri içine sindiremeyenlere. Her gece kezzap dolu kazan içinde kavrulanlara. Kirletilen mâbetlere; alay edilen mukaddeslere; zulüm gören, zombileştirilen, fahişeleştirilen nesillere… içi yanan bütün dertlilere sesleniyorum. Kayıtsız kalmayın.
Bu dâvâ… Bir bayrak. Bir sancak. Sıcacık kalbi samimiyetle çarpan bir posta güvercini. Ecdattan mektup. İstikbâle yollanan nâme. Lütfen. Yabancı gibi bakma. Sahip çık.
Bu mesaj herkese ulaşsın. Söyleyecek iki çift sözün varsa, kalemi alıp katıl bu koşuya. Kapımız herkese ardına kadar açık. Seni bekliyoruz: Mehtaplı bir gecede, pencere önünde eve geç kalan evladının yolunu gözleyen anne misali…
Bölünmeyin; birleşin. Ses birlikte daha gür çıkar.
Etrafına bak lütfen: Ağzındaki lokmayı alırlar. Irzına geçerler. Vatanını işgal eder, mukaddeslerini ayaklarıyla çiğnerler.
Daha ne duruyorsun. Mes’uliyet al. Omuz ver. Sahiplen. Bu dâvâ senin. Neslin yakana yapışmasın. Gafletle suçlamasın.
Bu sancağa omuz verme cihetindeki her nidâyı “tarihin emri” telakki ettim. Bekçiyim: Medeniyet bekçisi. Sesimi duyuyor musun?
Bizimle nöbetleşecek serdengeçtileri bekliyoruz. Bekliyoruz…
Dâvet herkese: Son iki küsür asırda yaşadığımız hezîmetleri içine sindiremeyenlere. Her gece kezzap dolu kazan içinde kavrulanlara. Kirletilen mâbetlere; alay edilen mukaddeslere; zulüm gören, zombileştirilen, fahişeleştirilen nesillere… içi yanan bütün dertlilere sesleniyorum. Kayıtsız kalmayın.
Köklü bir fikir çınarı için münevverlere ihtiyacımız var.
Kendini irfana adayacak bir kadro. Bir birini aşk mertebesinde seven, aynı ülkü etrafında kenetlenmiş ve hiçbir fedakarlıktan kaçınmayacak bir “hemfikir” münevverler grubu.
Bu da bir okulla mümkündür. Stefano E. D’Anna diyor ki: “Böyle bir okuldan çıkan bir insan, gezegenin büyük bölümünü değiştirebilir. Örneğin, antik Yunan’da Sokrates’ın okulundan Plato; Plato’nun okulundan Aristo; Aristo’nun okulundan da Büyük İskender yetişti. Dört filozofun, dört jenerasyonun sonunda dünyayı değiştirilebileceğinin bir örneği bu”.
En az bir yabancı lisan bilmek şart. Ana lisanını adam akıllı bilmeyen yabancı lisanı nasıl öğrensin!
Kazancımız ne olur? Çile… Uykusuzluk… Zahmet… Fedakârlık… Yorgunluk…
İnanın, uğruna kendinizi feda ettiklerinizin umurunda bile olmazsınız. Çocuk kıymet bilse de bilmese de, anne-baba vazifesini yerine getirecektir. Kaderi budur.
Bir zamanlar insanlar derdini anlayacak birini bulmak için fersah fersah yol gidermiş. Şimdi, internet ne büyük nimet. Cismen bir araya gelme zarûretini ortadan kaldırmakta.
Anlatabilmek için önce öğrenmek gerekir! İslam klasikleri, tasavvufî eserler, Türk Klâsikleri, Türk modern eserleri, batı klâsikleri, batı modern eserleri… Hem okumalı hem mütefekkir ve yazarları, fikir sistemlerini tahlil etmeli. Din, tarih, edebiyat, sosyoloji, psikoloji, sosyal psikoloji, lisan, antropoloji, iktisat, siyaset, felsefe ve ilmi sahalarda ciddi mütalaalar yapılmalı.
Neden birbiriyle sıkı münasebet kuran bir “münevverler kadrosuna” ihtiyaç var? Cevap için Üstad Seyyid Ahmet Arvâsî’ye kulak verelim:
“Ülkemizin ve İslam Dünyasının gerçekten aydın kadrolara ihtiyacı var. […] Unutmamak gerekir ki, bütün büyük başarılar, inançlı ve iyi yetişmiş “elit kadrolar” eliyle gerçekleştirilmiştir. Bunun bir tek istisnası yoktur.[…] “Bizi “biz” yapan […] “öz değerleri” savunmak ve geliştirmek kimin vazifesidir? İslamiyet ve ondan ilham alan müslüman ilim adamları, asırlarca önce günümüzün meselelerini tartışmış ve bize yol gösterebilmişlerdir. Onların ahfadları olan bizler ne yapmaktayız? Türkçe’yi kendi tarih ve coğrafyası içinde, bir bütün olarak ele alacak kadrolar nerede? Çağdaş savaşlar, artık, yeni kadrolar ve vasıtalar istemektedir. Bunu başarabilecek nesiller yetiştirme diye bir meselemiz var mı? Büyük bir imana, aksiyona, aşka, bitmez ve tükenmez bir enerjiye sahip olunmadan “başarılı” olunmaz. “Büyük adamların” ortak özellikleridir bunlar… […] çabuk yorulan insanlar ise “küçük adam” olarak kalmaya mahkûmdurlar. Gecesini gündüzüne katarak çalışan, uykularını feda eden, cildlerle kitap okuyan, araştıran, inceleyen, yazan, çizen, faaliyetten faaliyete koşan adam ile eline kitap alır almaz yorulan başladığı işi bitiremeyen aşksız ve bitkin adam arasındaki farkı düşünebiliyor musunuz?”
Ahmed Arvasî, peygamber efendimizi kadro hareketinin en büyük timsali olduğunu ifade etmekte:
“Nitekim, Şanlı Peygamberimiz, içinde doğup büyüdüğü cemiyetin nasıl bir zillet ve meskenet içinde olduğunu gördüğü halde, asla ümitsizliğe kapılmadan, asla yılmadan ve yorulmadan herşeyden önce, bu dağınık ve perîşan insanlar arasından “seçkin ve inanmış bir öncüler kadrosu” yoğurdu. Bu kadronun sayısından çok, niteliğine değer verdi. Bu küçük” kadroyu bir imân, aşk, ve aksiyon merkezi haline getirerek hamle üstüne hamle yeniledi. Çok kısa bir süre sonra bütün cemiyeti fethetmekle kalmadı. İslâm’dan önce hor ve hakir görülen bir kavmi, yirmiüç yıl gibi kısa bir zaman dilimi içinde, dünyanın en güçlü fetih orduları halin getirdi. Okyanuslardan okyanuslara koşan, bu fetih orduları, bugün, bütün dünyanın hayranlıkla seyrettiği muhteşem “İslam Medeniyetini” kurdu. Başta Th. Carlyl ve Edward Gibbon olmak üzere, pekçok tarihçi, Şanlı Peygamberimizin bu başarısını bir mûcize olarak değerlendirmektedir. […] İslâm Dünyasının bundan alacağı, pekçok ders vardır.”
Hakikaten de, takkemizi önümüze koyup düşünme vakti gelmedi mi? Ne yapıyoruz? Ne ile uğraşıyoruz? Hayat sermayemizi ne uğurda tüketiyoruz? Hangi hasis sevdalar peşinde koşuyoruz? Bu suallerin cevabını tüm benliğimizle, samimi ve ciddi bir şekilde düşünmemiz gerekiyor.
Neşriyâtı olmayan dâvâ yok hükmündedir. Eli kalem tutan kim varsa, bu davete kulak verme mesuliyeti vardır.