Almanya’da başta Bild isimli gazete olmak üzere Alman medyasının neredeyse ağırlıklı olarak Yahudilerin kontrolünde olduğu düşünülürse Türk, dolayısıyla Müslüman düşmanlığının sebebini anlamak hiç de zor olmasa gerektir.
Son günlerde Alman medyasındaki Türk düşmanlığı had safhaya ulaşmıştır. Asırlardır süren düşmanlık artık çığırından çıkmış ve tamamen objektiflikten uzak, tek taraflı hâle gelmiş, Alman halkını Türkiye ve Türkiye’nin Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’a düşman etmek maksadını gütmektedir.
Alman medyasını takip eden herhangi birisi, dünyanın en azılı diktatörünün Recep Tayyip Erdoğan olduğunu, Türkiye’nin de dünyanın insan haklarına en az riayet eden, en hukuktan uzak ve en antidemokratik ülkesi konumunda bulunduğunu düşünebilir.
Almanya’nın -aslında hiçbir fonksiyonu olmayan, sembolik- Cumhurbaşkanı 62 yaşındaki Frank Walter Steinmeier, en üst seviyede devlet protokolü ile ağırlanan misafiri Türkiye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’a, yemek konuşmasında terbiye sınırlarına tecavüz olarak addedilebilecek şekilde Türkiye’de birçok gazeteci, muhalif ve aydının hapiste olduğunu iddia ederek adap ve erkâna mugayir bir davranış sergilemiştir. Türkiye Başkanı Erdoğan diplomatik nezaketten fazlaca uzaklaşmadan Almanya Cumhurbaşkanı’na yine aynı yemekte yaptığı konuşmada -mecburen normal konuşma metninin dışına çıkarak- makul cevaplarla mukabele etmiş, Alman medyası ise her zamanki âdeti mucibince bu hadiseyi yine tek taraflı olarak Recep Tayyip Erdoğan’ın yemekte rezalet çıkardığı şeklinde kamuoyuna aksettirmiştir.
Herkesçe malum olduğu gibi II. Cihan Harbi’nden sonra tamamen Amerika ve İsrail’e teslim olmak mecburiyetinde kalan Almanya, acaba bağımsız bir ülke sayılabilir mi? Almanya, doğru dürüst bir ordusu bile bulunmayan, askerî açıdan tamamen başta ABD olmak üzere NATO’ya muhtaç ve özerkliği tartışılabilecek bir memlekettir.
Haddizatında Almanlar da bu bağımlılıktan aşırı derecede rahatsız ve ABD ile gerginleşen münasebetler sebebiyle oldukça huzursuz vaziyettedir.
Dünyanın her ülkesini tehdit eden ABD, tabiri caizse Almanya’yı da bir nevi haraca bağlamış, mütemadiyen dozajını artırarak bağlamaya da devam etmektedir.
II. Cihan Harbi’nden sonra milyarlarca dolarlık emanet altınları belki de çoktan unutmak zorunda kalsalar bile Almanların ABD’de faaliyet gösteren büyük firmaları şakır şakır astronomik meblağlarda cezalara çarptırılmakta, yükseltilen aşırı vergiler sebebiyle artık otomobilde ABD pazarını kaybetmek üzeredirler.
Yakında muhtemelen İdlib’den çıkıp Avrupa’yı kasıp kavuracak milyonlarca yeni mülteciden kaynaklanacak göç dalgası Avrupa Birliği ülkelerini başta Almanya olmak üzere fena hâlde ürkütmektedir.
Ayrıca Almanya, ABD’nin dünyadaki bütün ülkeleri, İran’a uygulanan ambargoya iştirak etmeleri hususunda tehdit etmesinden de fevkalade rahatsızdır. Çünkü Almanlar, birçok başka ülke gibi İran’dan büyük miktarda petrol ile alakalı ürünleri ithal etmek mecburiyetindedir.
Asırlardır Orta Doğu’da azıcık da olsa söz sahibi olabilme hayalleri kurmayı güya pek belli etmeden arka planda daima diri tutan Almanya siyaseti, artık bu işin zamanının geldiğini hatta geçtiğini düşünmektedir.
Kabaca özetleyecek olursak hem Türkiye hem de Almanya, ABD’nin olsa olsa Ali kıran baş kesen tabiriyle anlatılabilecek zorba tavırlarından bıkmış, buna artık bir nihayet vermek istemektedirler. Alın size Türkiye ile Almanya arasında ortak bir menfaat hususu daha…
Bu ve bunun gibi sebeplerden ötürü ekonomik olarak Türkiye’nin dünyanın dış ticaret fazlası en çok olan ülkesi konumundaki Almanya’yla ticari ilişkilerini geliştirmeye ihtiyacı olması kadar, iki ülke arasındaki ilişkilerin düzeltilmesi Almanya’nın da bittabi gayet menfaatinedir.
Antrparantez Türkiye’nin hafazanallah iflas etmesi, bir iddiaya göre Almanya’da 223 milyar dolar civarında zarara sebep olabilir. Bu, Almanlar için hiç de göz ardı edilebilecek bir risk değildir. Yani Türkiye’nin bir Yunanistan gibi yerle yeksan olması Almanya’nın işine hiç ama hiç gelmemektedir.
Hadiselere mümkün mertebe objektif zaviyelerden (açılardan) nazar atfeyleyecek olursak her iki ülke de aralarındaki büyük fikir farklılıklarına rağmen birbirlerine muhtaçtır. Hangi ülkenin hangisine daha çok muhtaç olduğu mevzuu da münakaşalıdır aslında.
Başta Bild isimli gazete olmak üzere Alman medyasının neredeyse ağırlıklı olarak Yahudilerin kontrolünde olduğu düşünülürse Türk, dolayısıyla Müslüman düşmanlığının sebebini anlamak hiç de zor olmasa gerektir.
Çok uzun senelerden beri Alman medyası Türkiye ile ilgili haberlerinde daima Türkiye’nin demokratik olmadığını, Türkiye’de insan haklarına asla riayet edilmediğini, muhalif görüşe sahip olan herkesin direkt hapse atıldığını, ülkedeki Kürtlere mütemadiyen baskı yapıldığını ve Türkiye’nin katiyen bir hukuk devleti olmadığını iddia etmektedir. Mütemadiyen büyük darbelere maruz kalmış Türkiye gibi bir ülke için bütün bu hususlarda az ya da çok bir hakikat payı olsa dahi şu âlemdeki hiçbir ülke bu kadar mübalağalı bir şekilde tenkit edilmeyi hak etmez ve bu haksızlığı içine sindiremez.
Büyük bir kibre sahip ve ırkçılık sıfatından bir türlü kurtulamamış Almanlar, hiçbir zaman dünyayı terörize eden, masum insanları katleden, onların evlerini, topraklarını sistematik bir şekilde senelerdir gasbeden İsrail’i tenkit etmemekte ya da edememektedir.
Ehlisünnetle zerre kadar alakası olmayan Suud idaresi, Mısır’daki darbeci Sisi, hatta Suriye’yi perişan eden Esed bile onlara göre Recep Tayyip Erdoğan kadar tehlikeli değildir. Yalandan Putin’i de diktatör olarak niteleseler dahi Alman medyasında Türkiye haricinde hiçbir memlekete insafsızca saldırılmamaktadır.
Yahudilere bırakın hakaret etmenin en ufak tenkidin bile tahayyül edilemediği “hukuk devleti” Almanya’daki Türk düşmanlığı o kadar kökleşmiştir ki, bunun telafi edilmesi acizane bana göre artık neredeyse imkânsız hâle gelmiştir.
Asırlardır Türk düşmanlığı propagandasına maruz kalan Almanlar belki de sanıldığından da daha iyi hasletlere sahip necip bir millettir ki, Almanya’da Türk soykırımına başlamamış olmaları bile haddizatında şaşılacak bir durumdur.
Gerçi ara sıra Türkler Almanya’da toplu olarak yakılarak ya da başka şekillerde katledilmektedir. Sadece Solingen faciası veya meşhur dönerci cinayetlerini düşünürsek bu katliamları devlet eliyle örtbas ederek sürdürülen sistematik Türk düşmanlığını gayet iyi anlayabiliriz.
En hafif tabiriyle Türkleri ikinci sınıf insanlar olarak gören Alman zihniyeti, bu insanların muhtemelen doğuştan faşizme meyyal olduğunu da bir nevi göstermekte midir acaba?
Dikkat ederseniz senelerdir ABD ve İsrail başta olmak üzere II. Cihan Harbi’nde Almanları mağlubiyete uğratan ülkeler, aslında Alman milleti üzerinde öyle bir tesir meydana getirmiş ve onlarda o kadar fazla aşağılık kompleksine sebep olmuştur ki, âdeta evinde hanımından fırça yeyip de iş yerinde kendi altında çalışanlara zulmeden kılıbık bir koca misalinde olduğu gibi Almanlar da sanki Türkleri kurban olarak seçmiştir.
Sayesinde kupa aldıkları Türk asıllı Alman millî futbolcu Mesut Özil, 2018 Dünya Kupası’ndan evvel Recep Tayyip Erdoğan ile fotoğraf çektirdiği için o kadar büyük bir linç taarruzuna maruz kalmıştır ki, neticede ırkçılığa tahammül edemediğini belirterek Almanya Millî Takımı’nı bırakmıştır. Aslında bu hareket Almanları fena hâlde mahcup etmiş, bu durum karşısında ne diyeceklerini şaşırmışlardır. Akabinde Avrupa’nın çifte standardı EURO 24 adaylığında ayyuka çıkmış, ırkçılık iddialarına maruz kalan DFB (Almanya Futbol Federasyonu) Başkanı Reinhard Grindel ve ekibi bu adaylığı Türkiye’nin elinden sökerek almıştır. Bu rezaleti rahatlıkla “Avrupa’da ırkçılık mükâfatlandırılmıştır” şeklinde yorumlayabiliriz.
Ancak Yahudilerin yayın organı olarak da addedilebilecek Bild, bu hadiseden sonra bile Mesut Özil’i hemen hemen her haberinde linç etmeye devam etmiş, etmektedir.
Zavallı İlkay Gündoğan ise baskılara dayanamayıp medya önünde Recep Tayyip Erdoğan ile fotoğraf çektirerek sanki büyük bir suç işlemiş olduğunu ama bunda kendisinin herhangi bir suçunun olmadığını komik esbabımucibelerle açıklamak zorunda kalmıştır. Esasen İlkay’da da birazcık gurur olsa Almanya Millî Takımı’nın formasını çıkarırdı. Çünkü medyadaki aşırı taarruzun haricinde kendisinin lüks Mercedes’i de ırkçılar tarafından Türkiye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ile fotoğraf çektirmesinden ötürü yakılmıştır. Bu elim hadise de Alman medyası ve adalet sistemi tarafından âdeta görmezden gelinmiştir.
Uzun zamandan beri hiç yabancısı olmadığımız Türk düşmanlığı devam ededursun bu medyadaki Türk düşmanlığı propagandası son üç senedir zirveye ulaşmıştır. Eskiden Alman devlet kanalları ARD, ZDF veya WDR’de Türk düşmanlığı yapılırken en azından Türkiye’ye ve onun başkanına kinlerini kusan faşist zihniyetli azılı Türk ve Erdoğan düşmanlarına bir cevap verebilmesi için ılımlı Almanlara ya da Türklere yer verilirdi. Alman medyası artık bunu da yapmamakta, onların gazete ve TV’lerinde Türkiye ile alakalı olarak sadece negatif şeyler duyulmaktadır.
Alman medyasında Türk düşmanlığını Alman halkına empoze eden açık oturum vb. programlarda dünyada başka insan yokmuş gibi Türkiye mütehassısı (uzmanı) olarak çağrılan birkaç ismi zikretmezsek olmaz.
Bunlardan akla gelen ilki Cem Özdemir… Bu şahıs bir müddet kamuoyunda yabancı dostu olarak bilinen ama en azılı Türk düşmanlarının cirit attığı Yeşiller isimli partinin eş başkanlığını da yürütmüştür. Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier’in Türkiye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın şerefine verdiği yemek davetine -birçok başka Türk düşmanının aksine- icabet etmiş ve bunu terbiyesizce “Kuyruğu kıstıran taraf olmadığımı belli etmek istedim. Diktatör Erdoğan en azından varlığıma tahammül etmek mecburiyetinde kalacaktır” şeklinde açıklamıştır. Buna mukabil Sayın Recep Tayyip Erdoğan, büyüklük göstererek onun elini havada bırakmamıştır. Tokalaşma esnasında birkaç kelime de sarf etmiştir ama bu ettiği lafların provokasyon ihtiva edip etmediğini şimdilik bilemiyoruz.
Almancası DIE LINKE olan Sol Parti’nin milletvekili Sevim Dağdelen de Almanya’da Türkiye ve Türkiye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan düşmanlığı yapmaktan başka bir vazifesi olmayan fanatik bir kadın imajı vermektedir. Bu kadın Alman Meclisinde PKK bayrağı açmakla da maruftur.
Bir de Günter Wallraf isimli meşhur bir araştırmacı gazeteci vardır ki, Türkiye kamuoyunun kahir ekseriyeti onu 1985’te yaptığı “Ganz unten” (En Alttakiler) isimli çalışmasıyla hatırlar ve ona saygı duyar. Bu kitapta Wallraf, güya babası Türkiye’de yaşayan bir Kürt, annesi de Yunan olan bir Türk işçi kılığında uzun zaman işçi olarak yaşar ve Almanya’daki yabancı düşmanlığını belgeler. İşte son zamanlarda Alman medyasının Türk düşmanlığı yaptığı programların en başta gelen misafirlerinden biri de bu azılı Türk ve Erdoğan düşmanı Günter Wallraf isimli adamdır. Vaktizamanında Günter Wallraf, güya Almanya’daki yabancı düşmanlığını açığa çıkarmış, tebdilikıyafetle yaptığı araştırmaları kitaba tahvil ederek servetine servet katmıştır. An itibarıyla vazifesi Alman TV’lerindeki talk show programlarında Türkiye ve Recep Tayyip Erdoğan düşmanlığı yapmak, PKK ve FETÖ’yü aklamaktır desek mübalağa etmiş olmayız.
Bunca seneden beri süregelen sistematik Türk düşmanlığı ciddi ciddi meyvesini vermeye başlamış ve artık Almanya’da yaşayan bilhassa muhafazakâr Türkler için tehlike çanları hiç olmadığı kadar çalmaya başlamıştır.
Irkçı Alman medyası Almanya’daki Türklerin yüzde 60’tan fazlasının Erdoğan’ı desteklemesini katiyen içlerine sindirememek bir yana bu sebeple Almanya’daki Türklere karşı da zehir kusmaya, terbiyesizce saldırmaya başlamışlardır.
Almanya’da Erdoğan hayranı olmak suç hâline gelmektedir.
Almanya’daki bu faşist medya diktatörlüğü, muhtemelen Türkiye ile Almanya arasında iyileşme ihtimallerini en az seviyeye indirecektir.
Hülasa Alman medyasını mütemadiyen takip eden birisi olarak Almanya’ya ziyadesiyle kırgın ve fevkalade kızgınım.
Hayırlısı olsun.
Mücahit Karmış