Osmanlılar da dâhil, İslam tarihinde ilimler, akli ve naklî olmak üzere iki bölüme ayrılmıştı. Elbette bu bölünmede metot, kaynak, maksat ve değerlendirme farklılıkları bulunuyordu.
Akli ilimler felsefi bilimlerdi. Yani aklı kullanmak suretiyle mevcut bilimi daha geliştirmek ve ileriye taşımaktır. Bu ilimlerin metodolojisi, deneme yanılma yoluyla deneyler yapma, tartışma, gözlemleme vs. uygulamalarla ilmi yenileme, geliştirme ve daha ilerilere götürmektir.
Fizik, kimya, matematik, tıp, mühendislikler, tarih coğrafya bu neviden ilimlerdir. Şanlı Peygamberimizin, “İlim Çin’de de olsa alınız” hadisi bu ilimler içindir.
Naklî ilimler ise dinî ilimlerdir. Akait, tefsir, hadis, fıkıh vb. Bunlar Peygamber efendimizden bize kadar gelen bilgilerdir. Kur’ân-ı kerimi gönderen ve kıyamete kadar koruyacağını vadeden Cenâb-ı Hak’tır. Onu şanlı Peygamberimize indirdi. Peygamber efendimiz de Eshâbına anlattı, açıkladı. Bu itibarla Kur’ân-ı kerimin ilk müfessiri Peygamber efendimizdir. Hadis-i şerifler onun sözleri oldu. İbadetlerden hayatın bütün safhalarına kadar fıkhın (hukukun) temeli olan uygulamaları o gösterdi.
Bütün bunları, “Ümmetimin âlimleri Benî İsrail’in nebileri gibidir” ve “Eshâbım gökteki yıldızlar gibidir” diyerek tavsif buyurduğu Eshâbı ve müctehid İslam âlimleri tedvin etti, kitaplara geçirdi ve bizlere kadar gelmesini sağladı.
Dolayısıyla naklî ilimler dediğimiz dinî ilimler ve bilgiler, Peygamber efendimizden bize kadar nakledile nakledile gelen bilgiler oldu. Naklî demek dinî meselelerde bir hükmün Kur’ân-ı kerime veya Peygamber efendimize ulaşması, varması demektir. O halkada bir kopukluk olmuşsa veya Peygamber efendimize ulaşmıyorsa o artık dinî olmaktan çıkar. Söyleyen kişinin kendi indi, şahsi bir görüşü olur.
Yahudi ve Hıristiyanlar İncil’i ve Tevrat’ı kendi görüşlerine göre uydurmak suretiyle bozmuşlardı. Bir anlamda onlar dinî ilimlerini felsefi ilimler kategorisine sokmak suretiyle insanileştirmişlerdi. Toplandıkları konsüllerde inançlarını, İncil’de yazılanları tartışıyorlar ve kendilerine uygun gelmeyen noktaları değiştiriyorlardı. Böylece çeşit çeşit İnciller ortaya çıkmıştı. Matta İncili, Markos İncili, Luka İncili, Yuhanna İncili vb.
Önce âlimler doğrandı!
Öte yandan saf ve sağlam bir itikada ve temiz bir ahlaka sahip olan Osmanlı Türklerine karşı bir türlü üstünlük kuramayan Batı, yeni projeler geliştirecekti. Zira savaş meydanları onlar için hep hüsran olmuştu.
Bu defa Türkleri, Müslümanları mekteplerde vuracaklardı. İnanç ve itikatlarını bozacaklardı. Gerisi kolaydı.
Nitekim Batılı oryantalistler ve Beyrut’un papazları Peygamber efendimizin hadislerini, Kur’ân-ı kerimi didik didik ederek okudular, kendilerince Müslüman çocuğunu aldatacak ve inançlarını sarsacak noktaları tespit ettiler.
Ardından bir dönem Seyit Kutup yoluyla İslam’ın Türkler elinde dondurulduğunu, gelişmediğini ifade ettiler. Ardından ictihad kapısını kapattıklarını ifade ettikleri İmam-ı Gazali hazretlerine oklarını doğrulttular.
O İmam-ı Gazali ki, Huccetü’l-İslam’dı. Felsefecileri ve fikirlerini mahvetmişti. İslam dini kal’asını sımsıkı yapmıştı. İslam düşmanları onunla birlikte bütün âlimlere saldırılar tertiplediler. Aynen Batı’da olduğu gibi dinî ilimlerin içine felsefeyi dâhil ettiler.
Her şeyi tartışacaklar, münazara ve münakaşa yaparak doğruya varacaklardı. Zira doğru belli değildi(!). Daha İslam en doğru bir şekilde yaşanmamıştı(!) Doğru inanç ve itikat sanki 1400 senedir hiç bilinmemişti(!)
Dolayısıyla 1949’dan itibaren İlahiyat Fakülteleri’nde pozitivist anlayış hâkim oldu. Artık sadece aklı öne alan ve aklı din yerine koyan bir zihniyet ortaya çıkmaya başlamıştı. Artık bilim dinin yerini almıştı…
“Havâssın dini bilim, avamın bilimi dindir” diyorlardı. Dolayısıyla artık onlar için dini öğretmek değil tartışmak esastı.
Neticede ilahiyatlarımızda önce müctehid âlimler, mezhep imamları ve tasavvuf erbabı hafife alında hatta aşağılandı. Sonra hadisler tartışılmaya ve ayıklanmaya başlandı. İşine gelmeyen yaşantılarına uymayan her hadis mevdu diyerek uydurma denerek atıldı. Felsefe sınır tanımıyordu! Kader var mıydı? İsa aleyhisselam ölmüş müydü yoksa göğe mi çekilmişti? Cinler var mıydı? Âlimler ictihad kapısını neden kapatmışlardı? Bu kapı açılmalı ve herkes kendine göre bir din ortaya koyabilmeliydi!
Darbe devirlerinde Yaşar Nuri ve Zekeriya Beyaz gibi namazı, orucu, itikadı bozan zevatı dinledi millet. Fakat bunlar milletin TV’lerde gördüğü yüzü idi. Bunların İlahiyat Fakültelerinde temsilcileri o kadar çoktu ki.
Ve dinde felsefenin konusu en sonunda iman noktasına geldi dayandı…
İman sempozyumu!
Bu hafta içerisinde (13 Ekim) maalesef bazı belediyelerimizin ve İslami geçinen bir bankanın sponsorluğunda Üsküdar’da bir “İman sempozyumu” düzenlendi. Sanırsınız ki gençlerin imanını güçlendirecek konuşmalar yapılacak!
Oysa davet edilenlerin bir kısmına baktığınızda imanı tartışmaya açan iman akaidini yıkan bir kısım zevattı.
Aslında bunların fikirleri 40 yıldır FETÖ vasıtasıyla gençlerimize şırınga ediliyordu. 15 Temmuz 2016’da bu fikirlerin bir kısım gençlerimizi getirdiği nokta, yabancı mihraklar adına ülkeyi işgale kalkışmak olmuştu. Dolayısıyla millet dinini bozan bu tiplerin gençleri zehirlemesine tepki koydu. Zira mesele bedenlerin çiğnenmesinden daha da felaket idi. İmanî ve ahlakî değerler yok ediliyor, zihinler öldürülüyordu. Bu itibarla bir kısım duyarlı insanlar gençlerinin zehirlenmesine mâni olmak için sempozyuma katılacak bazı isimleri protesto ettiler.
Sempozyuma katılan Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ün bu yerinde tepkiyi DEAŞ’la irtibatlandırması ise korkunç bir hezeyandı.
DEAŞ kökü dışarıda Ehl-i sünnet dışı bir cereyan. Sana ve senin gibilere tepki koyanlar ise dinlerinin bozulmasına karşı çıkan Ehl-i sünnet bir grup. Dolayısıyla DEAŞ gibi grupları dikkat ederseniz Ehl-i sünnet inanışını yıkanlardan temin ediyorlar. Ehl-i sünnete sahip olanlardan değil.
Mustafa Öztürk, tepkiler sebebiyle sempozyuma gelemeyen Prof. Dr. İlhami Güler ile Prof. Dr. Ömer Özsoy için büyük ıstırabını ve zorla konuştuğunu ifade ederken “amelin imandan olmadığını kabul edenlerin çirkef işlerinden dolayı” diyerek neredeyse bütün Ehl-i sünnet bir camiayı küfürle isnat ettiğinin farkında değil miydi? Karşısında alkışlayanları görmek isterdim. Kendilerine kâfir denildiğinin farkında mı idiler bunlar acaba?
Evet, bu zatı kiram konuşmasının devamında da “amel imandan bir cüzdür” diyerek konuşmasını sürdürdü. Peki, bu zat-ı kiram FETÖ’nün iman esaslarını hiç duydu mu acaba? Onun da 15 yıldır amel imandan bir cüz olduğunu söylediğini bilmiyor mu? FETÖ’ye karşı olduğunu söyleyip, Sayın İstanbul Valimizin ve Sayın eski Diyanet İşleri Başkanlarından birinin huzurunda FETÖ’nün gençleri mahvettiği fikirlerine sahip çıkmak ne oluyor? Amel imandan bir cüz demeyi bugün sen mi uydurdun? Senden asırlar önce kimler söyledi bir ilahiyat profesörü olarak bilmiyor musun? Ehl-i sünnet büyüklerini reddederken hangi sapık adamların peşinden koştuğunu da söylesene!
Bu arada Mustafa Öztürk, İlhami Güler ve Ömer Özsoy’un imanının kendisinden daha sağlam olduğunun söyledi. Bu ikisi Kur’ân-ı kerimdeki bazı kıssaların masal olduğunu uydurma olduğunu hatta Kur’ân-ı kerimin değişmesi gerektiğini ve -hâşâ- Cenabı-ı Hakkın Kur’ân-ı kerimde çelişkiler içerisinde bulunduğunu ifade ettiler!
Acaba bu zevat, kaderden sonra Kur’ân-ı kerime imanı da mı kaldırdı? Kur’ân-ı kerime inanmayı sadece, “Evet Kur’ân-ı kerim diye bir kitap vardır” şeklinde mi anlıyorlar. İman Kur’ân-ı kerimin içindeki tüm bilgilere inanmak değil midir?. Ayrıca FETÖ’nün iman esasları içinde kitaplara iman yoktur biliyor musunuz?
Görülüyor ki artık dinî inanç esaslarını yıkma faaliyeti ilahiyat fakültelerinden belediyelerin konferans salonlarına taşındı! Mustafa Öztürk, Ömer Özsoy ve İlhami Güler gibiler konferansa gelemediler diyerek çıldırıyor. Sadece medeni bir şekilde tepkilerini ortaya koyanları ise DEAŞ diye yaftalamaya kalkıyor.
Siz fireni patlamış kamyon gibisiniz! Milletin değerlerine, imanına, Kur’ân’ına, inancına pervasızca saldıracaksınız fakat birileri yapmayın, etmeyin deyince DEAŞ olacak öyle mi? Daha DEAŞ’ın ne olduğunu bile bilmiyorsunuz! DEAŞ’ın hep Ehl-i sünnet dışı radikallerden çıktığını unutmayın.
Bu arada yıllarca FETÖ’ye tek söz etmeyen, Ehl-i sünnet büyüklerini küçümseyen Ehl-i sünnet âlimlere her vesile ile saldırmayı marifet zanneden ve bendenize Afgani, Abduh, Reşit Rıza gibi mezhepsizleri tenkit ettiğim için “yalan söyleme” diyerek sataşan Hayreddin Karaman ve avanesinin Mustafa Öztürk, Ömer Özsoy, İlhami Güler ve benzerlerine edecek bir çift sözü var mıdır acaba? Darbe yapmalarını mı bekliyorlar? Neden susuyorlar!
TEFEKKÜR
Peygamber yerine geçen hocalar
Bu halkın başına zahmetli oldu
Prof.Dr. Ahmet Şimşirgil