Aklın bittiği yerde aşk başlar.
Akıl kurcalar, şüphelendirir ve tereddüde sevk eder. Huzur vermez.
Aşkta iştiyak vardır. Hayatı şevkle dolduran; ciheti, hedefi, istikameti belli olan bir iştiyak.
Klasik kültürde, akıl ve aşk rakip kavramlardır. Maksada ulaşmada; akıl emekleten, aşk nihayete uçuran kanattır. Bu mefkûreyi nefis bir şekilde ortaya koyan Fuzûlî ve Şeyh Gâlib’ten iki beyit takdim edelim:
Ey Fuzûlî aşk men’in kılma nasihden kabûl
Akl tedbiridür ol sanma ki bir bünyâdı var
Ey Fuzûlî nasihat edenin seni aşktan men etmesini sakın kabul etmeyesin. Çünkü o, herhangi bir bünyâdı, temeli olmayan ‘akıl tedbiri’dir. Fuzûlî nasıl aklına, mantığına dayanarak nasihat vermeye çalışan bir nasihe uysun ki? Fuzûlî’nin ulaşmak istediği yer öyle bir yerdir ki, onu anlamaya aklın ufku, takati, mecali, havsalası kifâyet etmez.
Tertîb-i ceng-i aklı ederken sipâh-ı aşk
Serhad-i inkıyâdda hâzır bulunmuşuz
Şeyh Gâlib
Aşk askerleri akıl ile savaşmaya hazırlanırken, biz inkıyâdın, tabiiyetin, bağlanmanın serhadinde yer aldık. Serhad iki türlü okunabilir: Hudut, sınır veya meydan muharebelerindeki ‘ser hat’, en önde saf tutanlar. Her ikisi de düşmana ve tehlikeye en yakın olduğu için bir gönüllülük, çılgınlık, fedakarlık gerektirir. Tuttuğu tarafta samimiyetin, ciddiyetin en ileri merhalesidir.
Öyle ya! Mevlana Celalettin-i Rumî de, kendisini aşkın âlâsı ile tanıştıran Şems-i Tebrîzî ile dost olunca, “İlahî aşka ulaştıran hocamı buldum, aklımı bıraktım” dememiş miydi?
Bu bezm-i safâ-bahşı akl eyleyemez idrâk
Yağmaya verip aklın dîvâne olan gelsin
Zâtî
Zâtî’nin bu beyti, her şeyi hesap kitapla anlamaya çalışanları dîvaneliğin sefâ-bahş diyarında davet etmekte. Âşık adam rahat durur mu! Sevdasından delirmiştir ve deliler mazur görülür.
Aklımız yağmaya verdi ol perîşân kâküli
Âlem içre şimdi zencîrin sürür dîvâneyiz
Hasan Sezâî
Ne mutlu sürürü kâkülünün zincirinde keşfeden; aklını yağmaya verip altı cihetten ötelere kanatlananlara…
Girdâb-ı şuûr içre sergeştedir âkiller
Âzâdeliğin zevkı dîvânede kalmışdır
Esrar Dede
Hakikî hürriyete kavuşanlar akıl kıyafetini çıkarıp aşkın vasl-ı üryanî mertebesine erişenler değil mi?
İdrâk-i meâlî bu küçük akla gerekmez
Zîrâ bu terâzû o kadar sıkleti çekmez
Ziya Paşa
Terazi değil; terazî ehlinedir serzeniş. Bırakın hesabı kitabı: Aklın kanatları sizi aşk mertebesine eriştirmez!
Aceb mi cism-i Mecnûn merkadinde tâze cân bulsa
Seg-i Leylî gelip bir gün yalarsa üstühânından
Hayâlî
Hayâlî Bey; “Bir gün olur da Leyla’nın köpeği mecnunun mezarına gelip kemiklerini yalayacak olursa, mecnun sevincinden dirilir” benzetmesiyle aşkın can bahşeden tesirini açıklamış.
َAşk anlatılmakla tadılmaz. Şirâzlı Sadi, “Ömür bitti; defterde yaprak kalmadı. Henüz vasflarını anlatmaya başlayamamıştım halbuki” der. Şirâzlı Hâfız ise, “Ne acep bir şeydir ki aşk; hangi dilden dinlersem yepyeni bir şey duymuş gibi oluyorum” diyor.
Her kaptan içindeki sızarmış. Anlatamadık deseler de; kalpgâhlarından sızan enfes kelimeler; ne hal üzere oldukları ve nasıl bir maşuka tutuldukları, erbâbına bir işaret olarak kâfîdir.
(İştiyak: Güçlü İstek, Arzu, Özlem; Nâsih: Nasihat eden; Bünyâd: Temel; Ceng/Cenk: Mücadele, Çarpışma, Savaş; Tertîb-i ceng: Savaş Hazırlığı; Sipâh: Asker; Serhad: Hudut, Sınır; İnkıyâd: Kayıtlanma, İtaat, Bağlanma, Ram Olma, Boyun Eğme; Seg: Köpek; Üstühan: Kemik; Merkad: Kabir, Mezar; Sıklet: Ağırlık; Sergeşte: Yolunu kaybetmiş, Sersemleşmiş; Âzâde: Hür, Özgür)