Rusya’nın 2014’te Kırım’ı ilhak ettiğini açıklaması ve Doğu Ukrayna’daki ayrılıkçıları desteklemeye devam etmesi bu ülkenin AB ülkeleri ve ABD ile ilişkilerinin sürekli gerildiği bir sürecin başlamasına yol açtı.
AB 2014’te uygulamaya koyduğu yaptırımları bir kez daha uzattı. Bunun arkasında, son günlerde Rusya ve Ukrayna arasında Azak Denizi ve Kerç Boğazı’ndaki egemenlik haklarına ilişkin anlaşmazlık yatıyor.
AB Rusya’ya üç grup yaptırım uyguluyor. Diplomatik Yaptırımlar çerçevesinde, AB üyeleri Rusya’nın OECD ve Uluslararası Enerji Ajansı gibi uluslararası örgütlere katılımına yönelik müzakereleri ve Rusya’yla ikili görüşmeleri askıya aldı. Sınırlayıcı Yaptırımlar çerçevesinde ise ‘Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü bozmaya dönük eylemlere giriştikleri’ iddia edilen 155 kişi ve 44 kuruluşun AB üyelerindeki hesapları ve vize süreçleri dondurulmuş durumda. Üçüncü grup yaptırım ise Kırım ve Sivastopol bölgeleriyle ilgili. Bu bölgelerden gelen ama Ukrayna menşe belgesi taşımayan ürünlerin AB pazarına girişine izin vermiyor. AB şirketlerinin Kırım’da gayrimenkul edinmeleri ve yatırım yapmaları yasak. AB seyahat şirketlerinin Kırım’a hava veya deniz yoluyla yolcu taşıması mümkün değil. Ayrıca AB vatandaşlarının ve şirketlerinin bu bölgedeki altyapı yatırımlarına danışmanlık hizmeti vermesi de yasaklanmış durumda.
ABD de 2014’ten bugüne Rusya’ya benzeri yaptırımlar uygulamaya devam ediyor. ‘Ukrayna’daki demokratik süreçleri ve kurumları hedef alan ve bu ülkenin barışını, güvenliğini, egemenliğini, istikrarını ve toprak bütünlüğünü bozduğu’ iddia edilen kişi ve kuruluşların ABD’deki hesapları dondurulmuş durumda. ABD Rusya’ya mali yaptırımların yanında enerji ve savunma sanayii alanında da son 4 yılda kapsamı genişletilen yaptırımlar uygulamayı sürdürüyor.
Brüksel ve Washington’dan gelen bu tepkiler, Moskova’nın 2014’te aldığı karardan vazgeçmesine yol açmadı.
Dünya, Rusya ile Ukrayna arasındaki ihtilafı ekonomi, enerji hatları, silahlanma ve Doğu Avrupa’nın güvenliği gibi başlıklar üzerinden okumaya devam ederken, birkaç yıldır sessiz sedasız şekillenmekte olan bir başka gelişme önümüzdeki günlerde krizi bir başka boyuta taşımaya aday. Ukrayna Devlet Başkanı Pyotr Poroşenko geçtiğimiz perşembe günü parlamentoda yaptığı konuşmada, ‘Ukrayna Kilisesi’nin Rusya Ortodoks Kilisesi’nden bağımsızlığını kazanacağını’ açıkladı. Bu açıklama, Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin, Otosefal Ukrayna Kilisesi’nin tesisi için bir kuruluş senedi taslağı hazırladığını ilan etmesini takiben geldi. ‘Otosefal Kilise’, kendi kendini idare eden, bağımsız, başka bir kilisenin, Patrikhane’nin ya da kilise meclisinin (sinod) idaresi altında olmayan dinî müessese anlamına geliyor. Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin böyle bir adım atması son derece önemli. Zira bir Ortodoks kilisesinin otosefal sayılabilmesi için ya tüm kiliselerin en az yarısı tarafından ya da ‘eşit Ortodoks kiliseleri arasında birinci’ sayılan Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi tarafından tanınması gerekiyor. Patrikhane’nin Ukrayna Kilisesi’nin bağımsızlığını tanıyacağını açıklamasının ardından Rus Ortodoks Kilisesi ekim ayında Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’yle bağlarını kestiğini açıklamış ve kendi kilisesine bağlı Ortodoksların, Patrikhane’ye bağlı kiliselerdeki ayinlere katılmasını yasaklamıştı.
Diyebilirsiniz ki: ‘Bize ne Ortodoks kiliseleri arasındaki ihtilaftan!’ Vatikan da zaten tam böyle diyor: ‘Konu Ortodoks kiliseleri arasındaki bir iç meseledir ve bizi alakadar etmez.’ Fakat meselenin dinî boyutunun Türkiye’yi ilgilendirmediğini söyleyip, Vatikan kadar bigane kalmamız -zaten onların biganeliği de söylemden ibaret- mümkün değil. Kaldı ki, zaten şahit olduğumuz bu son derece önemli ‘hizipleşme’ dinî değil yüzde yüz siyasi; en az 1054’te Roma ve İstanbul kiliselerinin birbirinden ayrıldığı ‘Büyük Hizipleşme’ kadar önemli.
Bir kere, Ukrayna Kilisesi’ne otosefal statü tanıyan Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi İstanbul’da. İkincisi Türkiye, hem Rusya hem de Ukrayna ile dostane ilişkiler yürütebilen, hatta iki ülke arasındaki ihtilafın çözümü için rol almayı teklif eden bir ülke. Üçüncüsü ise TÜİK rakamlarına göre Türkiye’de yerleşik en az 30.000 Rus var. Bu sayıya; çoğu evlilik yoluyla Türk vatandaşlığına geçmiş ama Müslüman olmamış Rus Ortodoksları eklediğimizde 100.000’i buluyor. Moskova Kilisesi’nin Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi’ne bağlı kiliselere gitmelerini yasaklamasıyla birlikte, bu kişilerin dinî hizmetlerden nerede ve nasıl yararlanacaklarıyla ilgili bir problem de ortaya çıkıyor.
Kiliseler arasındaki ‘Yeni Büyük Hizipleşme’, ABD ve AB’nin Rusya’ya uyguladığı yaptırımlardan daha çarpıcı sonuçlar doğurmaya aday.
Türkiye Gazetesi