İsrailli tarihçi Yuval Noah Harari, “Sapiens” ve “Homo Deus” başlıklı kitaplarıyla pop star oldu, dünyayı kasıp kavuruyor…
Harari, bir düşünür filan değil, popüler bir yazar, üstelik de ayartıcı bir yazar. Dünyada yaşanan gelişmeleri gözlemleyen ama bu gelişmelerin ne anlama geldiğini, felsefî olarak insanlığı nereye sürüklediğini göremeyen ama kitapları dünyada peynir-ekmek gibi satan biri.
“Sapiens” kitabında insanın bugünlere geliş serüvenini anlatır Harari.
“Homo Dues” başlıklı kitabındaysa, teknolojik gelişmelerin insanı nasıl “tanrılaştırdığını”, tanrı konumuna yükselttiğini.
26 Ekim 2018’de diken.com.tr’de yayımlanan “‘Sapiens’in yazarı Harari: En kötü senaryo dijital diktatörlükler” başlıklı röportajda ilginç gözlemler yapıyor: 19. yüzyılın ortalarından itibaren “işlerin muazzam bir şekilde geliştiğini” ama “bireylerin hayatında aynı gelişmenin gözlenmediğini” söylüyor. Ve ekliyor: “O yüzden bu gelişim pek sağlam değil.”
Teknolojinin insana muazzam bir güç kazandırdığını ama insanın bu gücü nasıl kullanacağını bilemediğini hatırlatarak yaşanan soruna yaklaştığını gösteriyor yine de: “Tüm bu güç ve onunla ne yapacağımız arasında sıkışmış haldeyiz. İkisini birbirine bağlayan bir şey henüz yok.”
Son kertede, yaptığı şey “pornografi” Harari’nin. “Pornografi” yani ayartı!
Yaşanan gelişmelerin felsefî boyutlarını, derûnî boyutlarını görebilmesi zor o yüzden.
Şöyle diyor meselâ: “20. yüzyılda öğrendiğimiz en büyük derslerden biri, teknolojinin belirleyici olmadığı […] Elektrik, onunla ne yapacağınızla ilgilenmez. Aynı [şey] biyoteknoloji ve yapay zekâ için [de] geçerli. Onu cennet veya cehennem inşa etmek için kullanabiliriz. Bize kalmış.”
Teknolojiyi nötr olarak görmek, meseleyi, meselenin içyüzünü, bu teknolojiyi doğuran zihin setlerini, dolayısıyla sorunun felsefî boyutlarını kavrayamamak demek.
Karşımızda bir Heidegger olmadığı açık. Teknolojinin hükümranlığını, teknolojiyi kullanan ele göre değerlendirmekle, teknolojinin doğasını, teknolojiyle gerçekleştirilen yolculuğun felsefî mahiyetini ve sonuçlarını görebilecek biri olmadığını gösteriyor Harari.
***
Burada insanlığın geleceği açısından çok büyük bir ontolojik sorun var: Araçlar, amaçların önüne geçti. Teknolojiyi kullanan kişiyi, zihnini, dünyayı, hakikati algılama biçimlerini dönüştürdü: Güç üreten teknolojiler olarak araçların yol açabileceği nükleer savaş gibi felâketlerden çok daha köklü ontolojik bir felâket var burada üzerinde kafa patlatılması gereken.
İnsan, mevcut teknolojik araçlarla, örneğin twitter’la, metamorfoz geçiriyor: Homo sapiens (düşünen insan) çoktan tarih oldu. Homo Videns (Gören İnsan) ve Homo Ludens (Oynayan İnsan) devrede. Ama görme melekelerini de, yaşama, duyma zevklerini de yitiren, görünen’i bile göremeyen ve kendisiyle kedi-fare oyunu onanırcasına oynandığını idrak edemeyen robotlaşmış, duyarsızlaşmış bir “makina” adeta.
Karikatür yani.
Tanrı’nın da, insanın da karikatürleşmesi, hayatın yapaylaşması, insanın ruhunu yitirmesi, mekanikleşmesi!
Harari, röportajda insanlığı bekleyen üç büyük felâkete dikkat çekiyor: “Nükleer savaş, iklim değişikliği ve yıkıcı teknolojiler, özellikle yapay zekâ ve biyoteknolojinin yükselişi…”
Bunlar, sonuç. Kaçınılmaz son.
Harari, bunların nedenlerini, felsefî kökenlerini söyleyebilmeli bize.
Bu sorunların temel nedenleri: İnsanın tanrılaştırılması, araçları amaçların önüne geçirmesi, amaçlarını yitirmesi, niceliğin hükümranlığını ilan etmesi.
Bu süreç, modernliğin yükselişe geçişiyle başladı. Heidegger’in “insanın her şeyin ölçüsü ve ölçütü katına yükseltilmesi” olarak tarif ettiği modernliğin köksalmaya başlamasıyla.
Bacon, “bilgi güçtür” derken, Descartes’ın “tabiatın efendileri ve hâkimleri olacağız” şiddetli mottosuyla modernliğin programını ilan ederken kastettiği şeyi kastediyordu: Tabiata ve her şeye hükmetmek!
Bunun için insanın tanrı konumuna yükseltilmesi, bunun için de gücü ele geçirmesi gerekiyordu.
Gücü kutsaması ve sonunda insanın gücün kuklasına dönüşme tragedyası kaçınılmazdı sonunda.
***
Özetle…
İnsanın başına ne geldiğini, insanın başına gelen şeyin nereden ve nasıl geldiğini kavramadan, aslâ sorunu doğru tespit edebilmemiz ve doğru sorular sorabilmemiz, dolayısıyla nedenlerle sonuçları karıştırmaktan kurtulabilmemiz, sonuçları neden olarak konumlandırmaktan kaçınabilmemiz mümkün olmayacak.
Yanlış sorulara doğru cevaplar aramak insanın yaşayabileceği trajedinin, komediye dönüşen trajedinin adıdır.
Öyleyse insanlığın yaşadığı sorunu doğru ve derinlemesine tespit edemezsek, -tıp literatürüyle konuşmak gerekirse-, bulacağımız “tedavi” yöntemleri, “hasta”yı öldürmeye yol açabilir.
***
Sözün özü: Tanrı fikrinin yitirilmesi, insanın Tanrı’nın yerine yerleşmesiyle ve azmanlaşmasıyla sonuçlandı.
Tanrı, evren ve insan arasındaki hiyerarşik denge muhkem bir şekilde yeniden kurulamazsa, insanlığın, tam da Nietzsche’nin dikkat çektiği, ontolojik yokoluş felâketine sürüklenmesi, üstelik de “pornografi”nin (düşünme ve duyma melekelerinin iptal olduğu dromokratik ayartı rejiminin) baştan çıkarıcı, sarkastik dünyasında güle oynaya yok oluşun eşiğine yuvarlanması önlenemez.
Vesselâm.
Yusuf Kaplan