Cumartesi günü İstanbul’da yapılan dörtlü zirve Suriye’nin ve Ortadoğu’nun geleceği için atılmış önemli bir adımdır. Türkiye başta olmak üzere bölge ile doğrudan ilgisi olan ABD dışındaki aktörler müşterek bir irade beyan ederek hem Astana sürecini teyit etmişler ve hem de Suriye’nin geleceği için yeni bir yol haritası çizmişlerdir. Kuşkusuz kayıp ve yıkımlardan sonra Suriye’nin geleceğini belirleme konusunda alınan bu mesafede, Türkiye ve Rusya’nın daha doğrusu Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Putin’in büyük katkıları olmuştur.
DÖRTLÜ ZİRVENİN İRADESİ: SURİYE ANAYASASI
Her konuda fikir birliği olmasa da dörtlü zirvenin çözüme odaklanma konusunda irade beyan etmiş olmaları; Almanya ve Fransa’nın Türkiye ve Rusya ile aynı sahnede poz vermeleri; savaş baronlarının egemen olduğu dünyamızda barışın da mümkün olabileceğini göstermiştir. Bu görüntü umut verse de barışın hala uzakta olduğunun da bilinmesi gerekmektedir. Birbiri ile zıt düşünceleri ve çıkar çatışmaları olan ülkelerin İstanbul’da bir araya gelip irade beyan edebilmeleri, savaş döneminden diplomasinin daha aktif rol oynayacağı silahlı barış dönemine geçişin işareti sayılmalıdır.
Dörtlü zirvenin ortak iradesinin en önemli sonucu; Suriye için bir anayasa komitesinin hayata geçirilme isteğidir. Kuşkusuz bu talep, Suriye’nin geleceğinin Suriyelilerin elinde şekillenmesi için yerinde ve adil bir taleptir. Ancak işler her zaman teoride tanımlandığı kadar kolay değildir. Hatta teorik mükemmeliyetin pratikte tam tersi sonuçlar verebildiğinin de pek çok örneği bulunmaktadır. Uzağa gitmeyelim. 2003’teki ABD işgalinden sonra 2005’te ilan edilen Irak Anayasası’nı hatırlayalım. Bu anayasa yüzünden dünyanın en eski medeniyet merkezi ve birlikte yaşama coğrafyası Dicle ve Fırat havzasında bugün huzurdan eser bulunmamaktadır.
IRAK İZLENİMLERİ
Geçen hafta bir kaç yıl aradan sonra tekrar Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteklediği ve Tarık Çelenk’in koordine ettiği “100 yıllık Düğüm: Musul Vilayeti Meselesi” konulu kitap ve belgesel araştırması için Irak’a gittim. Güney’den Kuzey’e, Bağdat, Erbil, Musul, Kerkük ve çevrelerinde bir dizi ziyaretlerde bulundum. Üniversiteler, araştırma merkezleri, kütüphane, arşiv ve müzelerden başka pek çok bilim, fikir adamı ve kanaat önderleriyle, dini ve cemaat liderleri, ayrıca çeşitli azınlıkların temsilcileri ile görüştüm.
Hatırlayalım. Tarihin en eski medeniyetlerine beşiklik etmiş olan Irak coğrafyasında, geçmişten devralınan mirasla bütün semavî dinler ve mezhep müntesiplerinin yanı sıra pek çok heterodoks grup ve etnik unsur bir arada yaşamaktadır. Daha doğrusu geçmişte bir arada ve nispeten barış içinde yaşayabilme tecrübesi geliştirmiş toplulukların varisleri şimdi sadece yaşar gibi görünmektedir.
Irak’tan dışarıya yansıyan en büyük sorun Sünnî-Şiî ayrımıdır. Bu güne kadar defalarca analizi yapılan bu sorunun burada detaylarına bir kere daha girmeye gerek yoktur. Fakat bu iki anlayışın da Irak toplumunun temel karakteri olduğu unutulmamalıdır. Buna rağmen aralarındaki çekişmeler mezhebi olmaktan ziyade siyasidir. Bu tarihi mirasın bir parçası da Araplar, Kürtler, Türkmenler ile Hristiyanlığın farklı mezhepleri, Yahudiler ve Irak toplumu arasında kardelen çiçekleri gibi serpilmiş Kakailer, Yezidiler, Mandeilerdir.
İmam-ı Azam’da ziyaret ettiğim, “Mecmau’s-Sünnî” yani Sünni Alimler Birliği; Kazimiye’de görüştüğüm Şiî müçtehidler; Hamdaniye’de (Karakuş’ta) Süryani Katolik Patrikliği; Şeyhan’da, Laleş Yezidi mabedinin pirleri; Kerkük’teki Kadiri Berzenci Dergahı postnişini; Kakailerin Seyyidi; Musul’da Türkmen Kültür Merkezi ile Kerkük’te Türkmen Cephesi yetkilileri ile Erbil’deki Kürtler’in tamamı, son yüz yılın üzerlerinden bir silindir gibi geçtiğini söylemektedirler. Ancak hemen tamamı Saddam’ın kendilerine zulmettiğinden bahsederken bile ABD işgali sonrasında yaşadıklarının daha büyük felaketlere sebep olduğunu itiraf etmekten geri durmamaktadırlar.
Hemen tamamına Irak Anayasası’nı sordum. Aldığım cevabı tahmin edebilirsiniz. Anayasanın sözde bölge gerçeklerine dayandırıldığını ama aksine bir sonuç doğurarak, bölünmeyi, parçalanmayı ve siyasi çekişmeyi arttırarak Irak’ta barışı bozduğunu beyan edip şikayet ettiler.
Oysa, 2005 Anayasası’nın adeta bir medeniyet ve birlikte yaşama dersi veren giriş kısmına bakıldığında; bugün Irak, sahip olduğu imkanlarıyla yeniden Babil bahçelerinin yurdu olması gerekirdi. Oysa ABD’nin sömürge valisi sıfatıyla Anayasa’nın yapılmasına öncülük etmiş olan Paul Bremer’in Irak ortasına yerleştirdiği Anayasa görünümlü bomba ile hem toplumsal gruplar ve hem de Dicle ve Fırat’ın çifte bir gerdanlık gibi süslediği Irak bütünüyle tahrip edilmiştir. Ortaçağlardan beri bilgi ve hikmetin, barışın yurdu olan Darüsselam (Bağdat); medeniyetlerin buluşma kavşağı Musul adeta eski çağlara döndürülmüştür. Eskiden birlikte yaşayanlar bugün küstürülmüş; tabiatın kendilerine ikram ettiği imkanlar ile işbirliği yerine kaba bir rekabet hatta düşmanlık geliştirmişlerdir. Üstüne bir de hala düğümü çözülemeyen DAEŞ ve onu ortadan kaldırma sırasında sebep olunan yıkımlar da özellikle Musul ve çevresinde onulmaz yaralar açmıştır.
Irak gözlemlerimin detaylarını, orada gördüğüm ilgi ve dostlukları, Türkiye’den gitmenin sağladığı avantajları, tarihten ve bugünden yapılan şikayetleri zaman zaman sizler ile paylaşacağım. Ancak dörtlü zirveden çıkan “Suriye Anayasası Komitesi” iradesi üzerine bugün sadece bu hatırlatmaları yapmak ile yetineceğim.
Irak, Suriye’ye ders olmalıdır. Hatta bütün Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya da. Ama öncelikle bu coğrafyada aktör olmak isteyen Türkiye Cumhuriyeti’ne.
Zekeriya Kurşun