Sultan Abdülhamid, Düyûn-ı Umumiye idaresini kurmakla dış borçları indirtmeye ve fâizlerini kaldırtmaya muvaffak oldu. Böylece devleti mutlak bir uçurumun kenarından aldı…
“Borç yiğidin kamçısıdır” derler. Halbuki Hazret-i Peygamber, “Borç, azaptan bir parçadır” buyurduğuna ve İslâmiyette ihtiyacı olana borç vermek çok sevab olduğu hâlde, zaruretsiz borç almak kötülendiğine göre, bu söz züğürt tesellisi olsa gerek. Evvela iç borç Osmanlı Devleti asırlarca kendine mahsus muntazam bir iktisadî sistem tatbik etmiş; geliri kadar harcamış; kendi yağıyla kavrulmuştur. Bitmeyen Rus harbleri üzerine 1775’te iç borçlanmaya gidildi. Gümrük, maden, liman gibi hazine gelirleri (mukâtaalar) hisselere ayrılarak, kâr getiren tahviller gibi halka satıldı.Ama beklenen faydayı temin edemedi. Bu ara bir Müslüman hükûmet olan Fas Sultanlığı’ndan borç alınmak istendiyse de, vazgeçildi. Sultan II. Mahmud zamanındaki siyasî hâdiseler ve harbler sebebiyle devlet iyice malî sıkıntıya düştü. Halefi Sultan Abdülmecid zamanında 1839’da bir dâhilî istikraz (iç borçlanma) olarak ilk defa kâğıt para (kâime) çıkarıldı. Bu aslında yıllık %8 kârlı bir hazine tahvili idi. Borcu borçla ödemek Kırım Harbi’nin mâliyeye getirdiği yük sebebiyle Reşid Paşa’nın sadrazamlığı sırasında 1854’te ilk defa bir hâricî istikraz (dış borçlanma) yapılarak devletin bazı gelirleri karşılık gösterilmek suretiyle İngiltere ve Fransa’dan borç alındı. Bu meblağ 3 milyon sterlindir.Yaygın kanaatin aksine, dış borçlar, Dolmabahçe gibi saraylara harcanmış değildir. Bu masraf, 5 milyon lira tutan emisyon farkından karşılanmıştır Metal paranın, nominal değeri ile baskı masrafı arasındaki emisyon farkı, hazinenin geliridir. Böylece memleket bir sanat eseri kazanmış; bu kadar para milletin cebine girerek binlerce ailenin yüzü gülmüştür. Saray yapmak bir israf değil, ihtiyaçtır.Sultan Aziz zamanında askerî masrafların gittikçe artması üzerine devletin muntazam borçları 200 milyon lirayı bulmuştur. Bunun için senede 14 milyon re’sü’l-mal akçesi (bir nevi fâiz) ödenmektedir. Bütçe açığı da 5 milyon liradan fazladır.Artık borcu borç ile ödemekten başka bir şey yapılamamaktadır. Hâricî istikraz bulunamadığı zaman, Galata bankerlerinden ağır şartlarla borç alınmaktadır. Bilhassa Bosna ve Hersek isyanı, hazinenin köküne kibrit suyu ekti. Ve iflas ilanı Rusya taraftarlığı sebebiyle Nedimof diye anılan ve siyaset icabı zaman zaman hükûmete getirilen Sadrazam Mahmud Nedim Paşa, 1876 senesi Ramazan ayında, Rus sefiri İgnatief’in telkini ve Adliye Nâzırı Midhat Paşa’nın teşvikiyle bir tenzil-i fâiz kararı aldı.Midhat Paşa ve ekibi, o gece, sarraflarıyla anlaşıp elindeki konsolidi külliyen satmış; 2 saat sonra iflas kararı ilan olunduğunda bir servet kazanmışlardır. Diğer nâzırlar da böyle hareket etmiş; sadece Sultan Aziz bu şerefsizlikten uzak durarak 2 milyon lira kaybetmiştir.Ramazan Kararnâmesi ile dış borç faizlerinin yarısı 5 sene müddetle tenzil edilmiş; bu 7 milyonun 5’i bütçe açığına, 2’si askerî masraflara tahsis olunmuştur. Halbuki devletin vaziyeti geri kalanı bile ödeyecek hâlde değildi. O zaman için böyle bir tedbir belki zarurî idi ama, alâkadar devletlerle alacaklıların resmî ve yazılı muvafakati alınmadan bu yola gidilmesi felâket olmuştur.Devletin iflâsının ilanı demek olan bu moratoryum üzerine, bilhassa baş alacaklılar İngiltere ve Fransa olmak üzere, Avrupa’da büyük infiâl doğdu. İçeride ve dışarıda Osmanlı hisselerini almış olanlar iflâs etti. Bu da devlet ve -sanki mesul oymuş gibi- padişah hakkında bir nefret hâsıl etti. Devletin dünya nezdinde zerre kadar itibarı kalmadı. Borç alma imkânı da kalmadı. İgnatiyef böylece maksadına kavuşmuş oluyordu. Bu vesileyle global sermaye, Sultan Aziz’i tahtından ve canından etmiştir. İndirilen borçMidhat Paşa’nın memleketi sürüklediği 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi (93 Harbi) sebebiyle Galata Sarrafları ve Osmanlı Bankası’ndan borç alındı. Sultan II. Abdülhamid, gerek bu harb ve gerekse amcasının son zamanlarından beri devam eden Rumeli isyanları yüzünden büsbütün artan bir malî buhrana vâris olmuştu. Büyük bir müzâyaka (darlık) içindeki devlet hazinesinin içte ve dışta hiçbir itibarı kalmamıştı.Osmanlı hükûmetine 93 Harbi’nden dolayı Rusya’ya 74 milyon lira tazminat ödemesi kesilmişti. Padişah, bunun 40 milyonunu, Kırım Harbi’nde Rusya’nın ödemesi gereken, ancak o zamana kadar ödenmeyen tazminata mukabil tutulmak üzere indirtti; kalanının yılda 350 bin liralık taksitler hâlinde ve faizsiz ödenmesini kabul ettirdi.Padişah, hem hazinenin itibarını iade etmek, hem de harbi bitiren Berlin Muahedesi ile bir tesviye suretine bağlanacağı taahhüd edilen dış borçlar yüzünden devletin başına bir gaile açılmasını önlemek istedi.1879’da Osmanlı Bankası ve Galata bankerlerinden bir heyetle anlaşarak, dış borçlara karşı senede 1.350.000 lira ödemek üzere rüsum-i sitte denilen müskirat (ispirto), balık, tuz, harir (ipek), tütün ve evrak-ı sahiha (damga) vergilerinin hâsılâtını, mültezim (tahsildar) mevkiine geçen bu heyete bıraktı.Bir yandan da umumi borçlardan hazine lehine tenzilat yapmak üzere ecnebi tahvil hâmillerinin gönderdiği mümessillerle müzâkereye girişti. 1881 senesinde, hicrî senenin ilk ayı içinde neşredildiği için Muharrem Kararnâmesi adı verilen bir 6 maddelik taahhüdnâme ile borçlar birleştirildi. Ve Düyûn-ı Umumiyye O tarihe kadar devletin birikmiş dış borcu 252.801.885 Osmanlı lirası idi. Rüsum-i sitteye, Kıbrıs ve Şarkî Rumeli vergileri eklenerek, milletlerarası bir Düyûn-ı Umumiyye idaresi kurulmasına mukabil, borçlardan 146.364.651 lira tenzil edildi; teminat gösterildiği için umumi borçlar neredeyse üçte birine indi. Adı geçen vergilerin idaresi ile iç ve dış borçların tesviyesi, böylece Düyûn-ı Umumiyye Müdürlüğü’ne bırakıldı. Bu, devletin malî istiklâline uygun olmamakla beraber, borç yekûnunun üçte birine inmesi, büyük bir müdahale vesilesinin ortadan kalkması ve nihayet malî itibarın iadesi, müflis devlet için çok mühim ve hayırlı bir kazanç olmuştur.Düyûn-ı Umumiyye idaresinde, 1’er tanesi İngiltere, Fransa, Avusturya, Rusya, Almanya ve İtalya’dan, 2 de Osmanlı olmak üzere 7 âzâ vardı. Âzâlık müddeti 5 sene idi. Bugün Cağaloğlu’nda İstanbul Erkek Lisesi olan binada profesyonel bir usulde faaliyet yürütürdü. 20’den fazla şehirde ekserisi Osmanlı 5 binden fazla memuru vardı. Osmanlı bürokratları, malî disiplini bu sayede öğrendiler.Gelirlerini arttırmak adına, Bursa’da ipekçiliğin inkişafı; balıkçılığın desteklenmesi; Gemlik, Mürefte, Mudanya limanlarının açılması, Konya ovasının sulanarak genişletilmesi gibi faydalı projeler de yürüterek memleketin kalkınmasında müsbet rol oynamıştır. Maliyenin bozuk olması, ekonominin kötü olduğu manasına gelmez. İkisi ayrı şeylerdir. Devletin haysiyeti 1903’te 32.738.772 lira borç kalmıştı. 30 senelik bu devirde dışarıdan alınan 59 milyon lira, eski borçların ödenmesi, bütçe açığının kapatılması, askerî ihtiyaçlar ve demiryollarına harcandı.Sultan Abdülhamid, Düyûn-ı Umumiye idaresini kurmakla devleti uçurumun kenarından almıştır. Tahttan indirildiğinde (1908), dış ticaret %4,3 fazla vermiş; millî gelir %1,5 artmıştı. Tarihçi Bedii Şehsuvaroğlu der ki: “Düyûn-ı Umumiyye İdaresi, devletin haysiyetini korumak, milletin yarınını emniyet altına alabilmek ve bu dağınık borçları bir elde toplamak için kurulmuştur.”İttihatçılar memleketi tekrar borç batağına sürükledi; 10 sene içinde geride 45 milyonu dış borç olmak üzere 269 milyon lira borç taktılar!.. Lozan ile bu borçlar, Osmanlı Devleti’nden ayrılan devletlere taksim edildi. Türkiye’ye düşen 107 milyon lira taksitlendirildi; sonra da mal olarak ödenmesi kabul edildi.Yeni rejim, imparatorluğun her şeyini reddetmiş; ama borçlarını kabullenmek zorunda kalmıştır. Bolşevikler, Rusya’da iktidarı ele geçirince, Çarlık borçlarını üstlenmeyi reddetmişti. 1990’dan sonra komünizmin yıkılmasıyla, Yeltsin zamanında Rus hükûmeti, dış dünya ile dostâne münasebet kurabilmek adına bu borçları ödemeyi kabul etmiştir.