Bu pazar Bosna Hersek’te seçim yapıldı. Seçim deyince kazananın yönetimi ele alacağını sanmayın, iktidar asla muktedir olamaz Bosna’da.
Şöyle ki: Seçimler dört yılda bir yapılır ve üç ayrı Başkan seçilir aynı anda. Sırp, Hırvat ve Boşnak. Bunlar 8 aylık aralarla koltuğa otururlar. Elbette ilk işleri bir evvelki dönemde alınan kararları veto etmek olur ve icraata geçemeden zil çalar. Ülke içinde Banyaluka merkezli bir Sırp Cumhuriyeti (1 milyon 228 bin), bir Boşnak Hırvat Federasyonu (2 milyon 220 bin), Brçko adlı bir özerk bölge (84 bin) vardır. Federasyon on kantona bölünmüştür, bunların da mebusları bulunur ayrıca.
Bosna Hersek Parlamentosu, “Milletler” ve “Temsilciler” olmak üzere iki ayrı meclisten oluşur. Meclis başkanlıkları da münavebe ile yürütülür. Misal sıra Sırp’taysa birer Boşnak ve Hırvat yardımcı katılır yanlarına.
Anayasa Mahkemesi, askerî işler komitesi ve merkez bankası da nöbetleşe yönetilir, tahterevalli gibi ine çıka.
Özetlersek 5 cumhurbaşkanı, 14 başbakan, 180 bakanı ve bunların yardımcıları, danışmanları, bekçiler, odacılar, teşrifatçılar, koca koca binalar… Bütçenin %40’ı ulufeye gider ortalama.
Hepsinin üzerinde de bir AB Komseri oturur ayar verir taraflara. Salahiyeti o kadar büyüktür ki, başkanları bile vazifeden alabilir icabında. Sen seç ben yöneteyim, sistem değil matruşka!
Bu seçimde 67 siyasi partiden binlerce aday, devlet, entite ve kanton kurumlarındaki makamlar için yarıştı. Ne diyelim, hayırlısı olsun haklarında.
BAŞLARINA BUYRUKLAR
Bosna Hersek ortaya karışık bir devlet, Sırp ve Hırvat polisleri ayrı üniforma giyer, merkezi kaale almazlar. Ülkede üç ayrı sular idaresi, üç ayrı elektrik kurumu ve üç ayrı posta teşkilatı vardır. Apartmanın bir dairesi parasını Boşnaklara yatırır, bir dairesi Sırplara. Ayrı ayrı makbuzlar, ordu ordu memurlar.
İşte bu üretmeyen kalabalıklar bütçeyi zora sokar, tekerlek bir türlü dönemez, çabalarlar çukurda. Ekonominin hâli içler acısıdır, işsizlik %60 civarında.
Sırp Başkanı Milorad Dodik, yönettiği ülkeyi bölmeye çalışan bir ayrılıkçıdır ve bunu saklamaz. Rusya ile yakın münasebetleri vardır, Putin ve Lavrov ile sıkça görüşür, sözlerinden çıkmaz.
Hırvatlar ise siyasetle birlikte ticareti de ellerinde tutarlar kolonilerini kurar, açıkça Zagrep’e çalışırlar. Zaten Boşnaklar Sırplardan ziyade Hırvatlardan çekinir, aynı safta dururken bile saldırıya uğrayabilirsiniz. Gülüyorlarsa ihtiyatlı olun, her an bir çorap örebilirler başınıza.
Hem Mostar Köprüsü’nü yıkacak hem de rantına sarkacak kadar pişkindirler. Tuhaf bir şımarıklık, eh arkalarında Vatikan olunca…
Hasıl devlet gemisinin dümeninde üç ayrı el asılır, her biri çeker kendi tarafına. Bir evet, bir hayır, bir çekimser “olmaz” demektir, ayağını sürüyen kazanır Bosna’da.
İyi de bu deli gömleğini kim giydirdi?
İşte oraya geleceğiz. Dayton’a.
Boşnaklar Tito zamanında da bihuzurdur. 2. Cihan Harbi’nde Partizanların değil Ustaşilerin (Hırvat Faşitlerinin) yanında yer almışlardır zira. Sıkıntılar olur ama katliam yaşamazlar. Tito Yugoslavya’yı kristal küreye benzetir, “Ben” der, “onu nefesimle tutuyorum havada. Öldüğüm gün düşecek, paramparça…”
Dediği de çıkar. Tito’nun ardından başa gelen Miloseviç militanca davranır ve dağılma başlar. İlk kopan Slovenya olur, kolayca ayrılır, arkasında Almanlar vardır zira. Makedonya’nın da doğumu nispeten ağrısız olur. Hırvatlarla sureta çarpışırlar ama ne zaman ki, Bosna da aynı yola girer, katliam başlar.
Belgrad hem resmî ordusuyla saldırır hem de Bosna Sırplarını (Çetnikleri) silahlandırır, üstlerine salar. Milisler, kan dökücü ve yağmacıdırlar. O hengamede 150 bin Boşnak ölür, 2,2 milyon insan yurdundan ocağından kopar, bir kısmı yurt dışına çıkar.
BÜYÜK SIRBİSTAN ADINA
Sırp ordusu minareleri yıka yıka ilerler ve gelir dayanır Saraybosna’ya. Üç yıl süren kuşatmada nefes aldırmaz. Şehri 300 tankla döver, keskin nişancılar zevk için sivil avlar. Altyapı tamamen yok olur, Sırplar bilhassa fırınları, pazar yerlerini, çeşme başlarını vururlar. Saraybosna kütüphanesini (on binlerce el yazmasıyla dünyanın sayılı kütüphanelerinden biridir) cayır cayır yakarlar.
Boşnaklar su borularından yaptıkları uyduruk silahlarla direnmeye çalışır. Ne zaman ki BM elindeki havaalanının altından 800 metrelik bir tünel kazarlar, denge değişmeye başlar. Müslümanların da eline silah geçer, mukabelede bulunurlar.
Boşnaklar Yugoslav ordusuna alınmamıştır, tanka topa yabancıdırlar. Ancak savaşçıdırlar, hızla teşkilatlanır, rakiplerini zorlamaya başlarlar. Saraybosna’yı kurtarmakla kalmaz taşraya yayılırlar. Sırplar panik içinde çekilmektedir ki ABD devreye girer, buyurun der Dayton’a.
BİN BİLİNMEYENLİ DENKLEM
Bill Clinton’un temsilcisi Richard Hoolbruke marifetiyle bir taslak sunulur ki Bosna Hersek sakat doğacak, asla müstakil devlet olamayacaktır bundan sonra. Sırbistan Cumhurbaşkanı Slobodan Miloşeviç ile Hırvatistan Cumhurbaşkanı Franjo Tudjman keyifle imzalar. Aliya İzzetbegoviç yorgun ve tecrübesizdir, yalnızdır kimse yoktur yanında.
Evet savaş durur ama sadece o kadar, yara kaşımaya müsait bir zemin çıkar ortaya. Avrupa’da Müslüman devlet istemeyen Batı, Boşnakları, Sırpların ve Hırvatların sultası altına sokar. Sırbistan bile Srebrenitsa için özür diler ama Bosna Hersek hükûmeti bir kınama yayınlayamaz. Mümkün mü üç başkan gelsin bir araya?
Bosna Hersek güya BM üyesidir ama üç başlı yönetim yüzünden Müslümanların lehine oy kullanamaz. Mesela Filistin ve Kudüs davasında tavır koyamaz.
Türkiye’de kalem oynatan bazı köşe yazarları da “Vay, sizde mi” der laf geçirirler akılları sıra.
Bilgeliğini bilemem ama böyle bir anlaşmayı imzalamak için kral olmak lâzım. Yoksa hesap veremezsin halkına.
Boşnaklar o kadar çaresizdirler ki cinayeti sabit militanlar hakkında dahi takibat başlatamaz. Adalet üç başlıdır zira. Son bir kaç yıldır otomobilleri çalıp Sırbistan’a kaçıran çete ortalığı kavuruyor. Şahıslar malum ama üzerine gidemiyorlar.
Peki Dayton mülteci ve göçmenlere topraklarına dönme hakkı tanıdı mı? Evet ama kâğıt üzerinde, Sırplar ve Hırvatlar ele geçirdikleri yerlerde Müslüman görmek istemiyor, silah kullanmaktan kaçınmıyorlar. Camiler taşlanıyor, şadırvanlara domuz kafaları bırakılıyor. Çocuklar azarlanıyor, liseliler hırpalanıyor, imamlar hakarete uğruyor. Bir Müslümanın Banja Luka’da yaşaması kolay değil ama bir Sırp Saraybosna’nın tadını çıkarabilir rahatlıkla.
YAPANIN YANINA…
Savaş yıllarında BM’nin “güvenli bölgeleri” vardır, asker yerleştirir mıntıkaya. Avrupalı komutanların zaman zaman Sırplarla anlaştıklarını biliyorsunuz. Mesela Hollandalı Albay Thom Karremans, Srebrenitsa’da Müslümanların silahlarını toplar, savunmasız insanları katillerin önüne atar.
Ahmici (Ahmetçi) köyünde de benzer bir ihanet yaşanır. Burası küçük bir köy, nüfusu 500 civarında. On hane de Hırvat var aralarında.
15 Nisan 1993 günü bir fevkaladelik hissedilmez, hatta Hırvatlar “komşu nasılsınız” der, hâl hatır sorarlar. O gece sabaha karşı Hırvat milisleri köyü basar, operasyona garip bir isim koyarlar “kül ve duman!” Katiller 5 saat boyunca yakar, yıkar, kurşun sıkarlar. Sadece 4 kilometre ötede İngiliz birliği vardır ve bölge onlardan sorulmaktadır hesapta. 150 ev, 2 cami ve koca mektep yakılır, 116 mümin şehit edilir, hayvanlar bile öldürülür acımasızca. Cami duvarlarına küfürler yazarlar ayrıca. Hiçbir Hırvat evi hasar görmediğine göre köy içinden birileri kılavuzluk etmiş olmalıdır onlara.
Katiller işlerini bitirip gider, İngilizler 4 saat sonra görünürler. Duymamaları mümkün değildir çünkü minareyi uçurmak için kasa kasa patlayıcılar kullanılmış âdeta zemin sallanmıştır. Sadece bir evde 11 insan yakılmıştır ki bebekler de vardır aralarında. En küçükleri 3 aylık en ihtiyarı 82 yaşında. Cenazelerden 36 tanesi kayıptır, kalanlar Vitez şehrine defnedilir. Hiçbiri tanınacak hâlde değildir. Kimlikler katliamdan 13 sene sonra DNA testi ile tespit edilebilir anca.
Biz bu Ramazan-ı şerifte Türkiye Diyanet Vakfının düzenlediği bir yardım programı vesilesiyle tanıştık onlarla. Köy yine Boşnak köyü yaşanan bunca acıya rağmen Hırvatları hoş tutuyorlar. Adamın evi ocağı sönmüş, çoluk çocuğunun cesedini görmüş ama öfkesini yutabiliyor. Allaha havale ediyor, sabrediyor.
Boşnaklar hakikaten bulunmaz insanlar. Tanıdıkça hayran oluyorsunuz onlara.
İrfan Özfatura
Türkiye Gazetesi