Aydınlanmadan bu yana, bilimin esasları Newton fiziğindeki prensipler üzerine inşa edilmişti. Mevzubahis klasik dünya görüşü, ontolojik bakımdan; atomizm, determinizm, mekanizm, objektivizm, lokalizm gibi kaideleri esas alan saf materyalizme dayanıyordu. Epistemoloji noktasında; objektif müşahede savunuluyor ve subjektiflik reddediliyordu. Araştırmacılar; insanı ve içtimai hayatı; hislerinden, fikirlerinden, inançlarından ve bütün insanî vasıflarından ârî olarak âdetâ robot misali incelemeliydiler.
Ne var ki; “insan”, klasik fizik üzerine inşa edilen bu ilmî yaklaşımın kalıplarına sığmıyordu. İnsanın psikolojisi, davranışları, tecrübesi, şuuru, lisanı… üzerindeki çalışmalar nihayet şöyle bir noktaya ulaşmıştı: İnsan ve insan grupları arasındaki münasebetlerde klasik dünya görüşüyle izah edilemeyecek hususiyetler vardır!
Mevzubahis “klasik fizik” çıkışlı prensiplere karşı bayrak açan ve “insanla alakalı” ilimlerin kendine has kaideleri olması gerektiğini düşünen onlarca fikir ekolü ve yüzlerce mütefekkir ortaya çıktı. Kütüphaneler dolduracak eserler verildi. Pozitivizmi kısmen veya tamamen reddeden bu antipozitivist kamp, kendi içinde çeşitlilikler arz ederek ilerledi ve günümüzde; postmodernism, reflektivizm, interpretivism, inşacılık gibi pek çok farklı isimler altında gruplandırılmakta.
Bilhassa, sosyal hayatın değişim ve dönüşümüyle ilgili, inşacılık (constructivism) yaklaşımındaki çalışmalarda dikkate şâyân ilerlemeler oldu. İçtimai hayatın, maddeler âleminden farklı olarak; hariçte, sabit ve objektif olarak öylece var olmadığı müşahede edildi. Sosyal hayatın; gözlemlenemeyen (gayr-i maddi) cihetlerinin olduğu ve insanlar tarafından bilinçli olarak ‘zihinlerde’ inşa edildiği tespit edildi.
Pozitivizmin aksine, evrensel uygulanabilirlik iddialarından kaçınılarak; lokal ve “şarta bağlı” açıklamalar (description) yapmanın daha doğru olacağı kanaati hasıl oldu. Sosyal realitenin; maddi realiteden çok, insanların bilinçli iradesinin bir eseri olduğu; kırılgan, değişebilir ve tartışılabilir olduğu anlaşıldı. Bu da, sosyal realitenin evrensel değil, lokal olduğu ve belli bir zaman için geçerli oduğu manasına tekabül ediyor.
Elbette ki; maddi (material) unsurların ehemmiyeti tamamıyla reddedilmemekte. Ancak, öylece var olan, sabit (given) ve tabiat misali (nature-like) sosyal dünya telakkisi de kabul edilmiyor. Maddi unsurlar ikinci derecede ehemmiyete sahiptir ve sadece entelektüel süreçlerle mana kazanır. Yani, sosyal dünyanın şekillenmesinde, fikrî unsurların ortaya çıkarıcı veya kurucu rolü vardır.
Sembollerin değiş tokuşu ehemmiyet arz etmekte. Güç politikaları gibi en temel realist kavramların dahi; tabiat tarafından öylece bahşedilmediği, katı bir materyalist anlayışla ele alınamayacağı ve insanlar tarafından yeniden değerlendirilerek değiştirilebileceği kabul edilmekte.
Mesela Avrupa Birliği kuruldu diyoruz. Hariçte bir yerde, uzaydan bakılınca görülebilen, Çin Seddi’ne benzer devasa bir bina inşa edilmedi. İnsanlarıyla, şehirleriyle, dağlarıyla, dereleriyle Avrupa aynı Avrupa. Birlik; zihinlerde ve algılarda kuruldu, inşa edildi. İnsanlar, hariçte ve öteden beri var olagelen maddi varlıklara başka şekilde bakmaya başladıkları için Avrupa Birliği kurulabildi. Bir başka meşhur misal da şu: ABD için; Kuzey Kore’nin 5 nükleer silahı, İngiltere’nin 500 nükleer silahından daha çok tehdit teşkil ediyor. Neden? Daha fazla yıkım gücüne sahip olduğu için değil, ABD’deki karar vericilerin ve Amerikan kamuoyunun Kuzey Kore’nin 5 nükleer bombasından daha fazla tehdit algıladıkları için.
Demek ki; ABD’deki kamuoyu ve karar vericilerin tercih, karar, davranış ve düşünceleri; hariçte, cismen var olan İngiltere’nin fazladan 495 adet nükleer silahıyla (maddi) alakalı değil; Kuzey Kore ve İngiltere’yi nasıl algıladıklarıyla (gayr-i maddi) alakalı.
Beyan (söylem/discourse), müspetleyici veya kötüleyici (discursive) şekilde tezahür edebilir. Lisan, mefhum ve kelimeler bazı içtimaî hadiselere (olgulara) meşrulaştırıcı, bazılarına da kötüleyici bir tarzda sarf edilebilir. Herhangi bir meselede, kendi içinde tutarlı bir beyan ittihaz edilirse (benimsenirse) ve o meseleye has bir jargon meydana getirilirse; mevzubahis hadise ile alakalı süreci manalandırma, karalama, meşrulaştırma, cihet tayin etme… ve bilahare aktörlerin hareket ve davranışlarını şekillendirme mümkün hale gelir.
Madem ki; hakikat (gerçeklik); sosyal olarak ve insanların zihninde sözlerin gücüyle inşa ediliyor; lisan, bir eylem (amel/aksiyon) kabul edilmelidir. Ustaca kullanıldığı takdirde, lisan (söz veya beyan) sadece bir ifade aracı olmanın ötesinde, manalar bütünü meydana getirmekte ve kurallara dönüşebilmektedir. İçtimai hayattaki her şey illiyet prensibi temelinde izah edilemez. Yerinde ve yeterince tesirli kullanılabildiği takdirde; gayr-i maddi unsurlar, “hariçteki maddî varlıkları” dahi değiştirip dönüştürebilme fırsatı tanımış olur. Çünkü aslolan hariçteki madde ve cisimleri değiştirmek değildir; o madde ve cisimleri algılanma şeklini değiştirebilmektir.
İnsanlar için hayat; dünya gezegeni üzerinde (hariçte) değil; zihinlerde cereyan etmektedir. Şuur, insan hayatının esasıdır.
Bu izaha göre, kitleler tarafından kabul edilecek normlar bütünü üretilip kitleleri sürükleyecek şümullü doktrinler inşa edilebilir. Siyah-beyaz, iyi-kötü, meşru-gayri meşru, dost-düşman, demokrat-baskıcı, liberal-diktatör, terörist-barışçı, haydut-müttefik… gibi pek çok mefhumun zihnimizde tetiklediği reaksiyonları bu çerçevede yeniden mülahaza edebilirsiniz.
Bilimdeki bu gelişmeler, mütefekkir ve münevverler için umut bahşeden gelişmelerdir. Zira, içtimai hayatı değiştirip dönüştürmek için, hariçteki maddî varlıkların miktarı veya zorluk derecesi değildir belirleyici olan. Bir ülkede, bir bölgede veya bütün dünyada değişim ve dönüşüm meydana getirmek için maddî varlıklarda fevkalâde değişiklikler meydana gelmesini bekleme mecburiyeti büyük ölçüde ortadan kalkmış oluyor. Böylece, münevverlerin şuurlu gayretleri neticesinde dünyada köklü değişiklikler meydana getirmesi daha kolay olmakta. Yani, dünyayı değiştirmek istiyorsanız, hariçte var olan maddî hakikati değil, insanların o maddî hakikati algılama şeklini değiştirmeniz yeterli olacaktır.Oturduğunuz yerde; bilgi, kelimeler, inanç, fikirler… gibi gayr-i maddi unsurlarla dünyayı değiştirebilirsiniz.
Görüldüğü üzere, kıymetler, normlar, tecrübe, semboller, mefhumlar, fikirler, düşünceler, şuur, ifade, beyan (söylem), lisan, kelimeler, elit kesim, münevverler, içtimaî ikna, diplomasi ve iletişim gibi aslında “madde bile olmayan” mefhumlar silah mesabesine ulaşmış vaziyette. Kitlesel iletişim, kimliklerin değişimi, gündem belirleme ve kamuoyu oluşturma, büyük çaplı halk hareketleri meydana getirme, devrimler gerçekleştirme, siyaset oluşturma…. vb pek çok büyük değişim ve dönüşümde gayr-i maddi silahların kullanıldığını müşahede etmekteyiz.
Esas mesele, dünyanın “ne” olduğundan ziyade, insanların onu “nasıl” algıladığıdır. Modern bilimin keşfettiği ve atom bombasından daha tesirli olan silahın hedefi; zihinler, gönüller, kanaatler, tercihler, bakış açıları, saikler, hisler ve bilahare inançlardır.
Kendi medeniyetimize bakalım: İslam dünyası bölünmedi. Türk dünyası parçalanmadı. Hariçte, dışarıdaki maddi dünyada; insanlar arasında duvarlar örülmedi. Grup grup, insanların hadiseye bakışı değiştirildi. Hepsi bu kadar…
Dünyada vuku bulan ve şuanda meydana gelmekte olan bütün hadiseleri, değişimi, dönüşümü, içtimaî hareketleri, etrafımızdaki gelişmeleri ve kitlesel psikolojiyi bir de bilimdeki bu gelişmeler ışığında tahlil etmemiz gerekir.
Dünyayı değiştirmeye hazır mısınız?