Devlet kurumu, tarihin bilinen en eski toplumlarından bu yana hep var olmuştur. Tarihe baktığımızda; en eski medeniyetlerin hepsinde güçlü devlet mekanizmalarının bulunduğunu görmekteyiz. Bir toplumda, asayiş ve güvenliği sağlayabilecek, zararlı davranışları kanunla yasaklayabilecek, bu kanunlara da uyulmasını mecbur kılacak yegâne güç devlettir. Buna paralel olarak, günümüzdeki toplumların vazgeçilmez ihtiyaçları olan sağlık, eğitim, milli güvenlik, altyapı gibi hizmetlerin de sadece devlet tarafından karşılanabileceği açıktır.
Güçlü bir devlet, sadece güvenliğin değil, toplumun genel refahının sağlanması için de zorunludur. Bu gücünü, geleceğinden emin ve huzurlu, insanca yaşama standardını yurttaşlarına verebilen devletler güçlüdür. Zayıf bir devlet, toplumun içindeki bazı çıkar çevrelerinin etkisi altında kalır ve yine toplumun geneli bundan zarar görür. Dolayısıyla bir toplumun içindeki her bireyin, güçlü bir devlet mekanizmasına taraftar olması gerekir. Her bireyin, devletin güçlenmesi için çaba harcaması, devletin zayıflamasına yönelik eylemlere karşı da tavır alması gerekir. Kısacası; devletine sahip çıkması gerekir.
Güçlü devlet olma kriterlerinin günümüzde; ekonomik, askeri, eğitimli insan kaynağı ve jeopolitik konum olarak belirlendiğini görmekteyiz. Bu kriterlerin hepsine sahip olduğunuz zaman, dünyaya yön veren devletler sınıfına giriyorsunuz.
Günümüzde ülkemizin hareketli bir dönemden geçtiğini görmekteyiz. Bir yanda ülke içinden gelen üzücü terör haberleri, diğer tarafta komşu ülkelerin içinde bulunduğu kaos, burnumuzun dibinde bayır bucak Türkmenlerin yaşam mücadeleleri gibi konular Türkiye’nin gündemini meşgul etmektedir.
Her şeyden önce şunun altını çizmekte yarar bulunmaktadır; Türkiye içerde ve dışarda yaşanan tüm bu sorunları aşabilecek güce, bilgi birikimine ve kaynağa sahiptir. Ancak sorunların aşılması için öncelikle ekonominin güçlü olması gerekmektedir. Güçlü bir ekonomi ile bu sıkıntılar daha rahat aşılabilecektir. Çünkü ekonomi güçlüyse, devlet de güçlü olacaktır.
Tarihimize baktığımızda, kitaplar arasına sıkışmış bilgiler aslında bize birey olarak birçok mesajda vermektedir.
Örneğin; Tarih 5 Eylül 1795’te, ABD denizlerde donanmasının tehlikede olmaması için bir anlaşma yapıyor. Bu anlaşmaya göre ABD, Atlantik’te ve Akdeniz’de ABD sancağı taşıyan hiçbir tekneye dokunulmaması karşılığında 642.000 altın ve yılda
12.000 Osmanlı altını ödemeyi kabul ediyor. Dili Türkçe olan ve 22 maddeden oluşan anlaşmaya, Başkan George Washington ve Osmanlının Cezayir Beylerbeyi Hasan Dayı imza koyuyor. Böylece ABD’nin iki asrı aşkın tarihinde, yabancı bir dille imzalanan tek anlaşma olduğu gibi, yabancı bir devlete vergi ödemeyi kabul eden tek Amerikan belgesidir.
Bu vakayı hava atmak, “biz neymişiz” demek için yazmadım. Yazma sebebim; güçlü devlet kavramını vurgulamak içindi. Biz ülke olarak güçlü olursak, yapabileceklerimizin sınırının olmadığını vurgulamak içindi.
Güçlü devlet olmanın öncelikle ekonomik güçten geçtiğini bilmeyenimiz yoktur. Peki, bunun için birey olarak biz ne yapabiliriz, diye düşündüğümde; Kayıt dışı, Kara para, Yolsuzluk kitabımda yazdıklarımdan bazı şeyleri tekrar etme ihtiyacı duydum.
Devletin en önemli gelir kaynağı olan vergi; özel ya da tüzel kişilerin her türlü iktisadi faaliyetlerinden elde ettikleri kazançlardan, kamu harcamalarının finansmanı için devletin egemenlik gücünü kullanarak aldığı bir paydır. Ancak, bazı mükellefler çeşitli nedenlerle bu gelirlerinden devlete hiç pay vermemek, ya da daha az vermek için kazançlarının bir kısmını veya tamamını kayıt dışına çıkarma eğilimindedirler.
Çağdaş vergi sistemleri beyan esasına dayanmaktadır. Çünkü beyan esası, verginin ödeme gücüne göre alınmasını sağlayan ve dolayısıyla vergilemede adalet ilkesinin gerçekleştirilmesinde daha etkin bir yöntemdir. Ancak bu yöntem, yeterli ve etkin bir denetim mekanizmasıyla desteklenmediği takdirde, kayıt dışı ekonomi ortaya çıkabilmektedir. Türkiye’de kayıt dışı ekonomi, özellikle son yirmi yıl içinde önemli ölçüde dikkati çeken bir konu olmuştur. Kayıt dışı ekonominin yerleşip gelişmesinde vergi sistemimizin, idari-bürokratik yapımızın ve de toplumsal, politik, mali ve iktisadi etik anlayışlarımızın da önemli olduğu inkâr edilemez.
Kayıt dışı ekonomik faaliyetlerin bazı olumlu ve olumsuz etkileri vardır. Kayıt dışı ekonomik faaliyetlerin olumsuz etkileri; kamu gelirlerini azaltma, adaletsiz vergi sistemi oluşturma, haksız rekabete yol açma, hatalı istatistikler verme, kaynakları verimsiz alanlara yöneltme ve ahlaki değerler üzerinde yozlaşmaya sebep olmasıdır. Kayıt dışı ekonomik faaliyetlerin olumlu etkileri ise; üretime, istihdama, yatırıma kaynak teşkil etmesi, herkese istihdam olanağı sağlaması ve ekonomiye canlılık getirmesidir. Fakat ülkemizde saydığım olumlu etkilerin çok da görülmediğini görmekteyiz.
Kayıt dışı ekonomiyi ortaya çıkaran unsurlar ortadan kaldırılabildiği takdirde, kayıt dışı ekonomi kayıt altına alınmış olur. Kayıt dışı ekonomi ile mücadelede uzun soluklu bir çalışma sonucu başarılı olunabileceği, sorunun çözümünün kısa, orta ve uzun vadeli bir perspektifle ele alınması gerektiği, bu mücadelede toplumun tüm kesimlerine önemli görevler düştüğü hususu unutulmamalıdır. Yazımın başında birey olarak, “güçlü devlet için biz ne yapabiliriz?” diye sormuştum.
Evet, güçlü olmanın ilk şartlarından biri, güçlü bir ekonomiye sahip olmaktır. Güçlü ekonomiyi sağlamanın temeli ise, devletin en büyük gelir kaynağı olan vergiler konusunda her duyarlı Türk vatandaşının hassas olması gerektiğidir. “Verginin kutsal ve insanlık görevi” olduğunu bilmek gerekir. Her vatandaş vergisini zamanında öderse, ülkemiz kalkınmada ve güçlü devlet olma yolunda öncü rol oynayacaktır. Bu konuda herkes hassas davranarak, vergilerini düzenli ödemelidir.