Tercüme hayatlardan telif eser çıkmaz.
Medeniyet de öyle akademi de.
Biraz kuğu, biraz buğudur, tufan deriz
Kırıntıları süpürür, adına irfan deriz.
Tercüme etmek bir tür recmetmeyi de içerir.
Yılmaz Özdil’le uğraşmaya ne hacet!
Pijamalı patronundan alır ilhamını.
Fes giyse ne ferace giyse ne şenaat,
Para kalp eder pişenini, hamını.
Ya aynıdır aynın, ya aynın ayna
Bir semazen bir ney, döner sırayla.
_Zühâl hâl nedir sence? Ya muhal olan nedir?
_Alper hâl gerçeğini dün de bugün de sürdürmektir.
Muhal olan da bunun gerçekleşmesi.
Sokrat’ın kısmen anlamadığı: taklitten dünyada sadece şiirin değil kendinin de taklitten ibaret varlığıydı.
Ya gerçek nasıl anlaşılırdı? Sokrat’ın tam anlamadığı bir şey vardı. O da aslında “yalansı” dediği şiirin onu anlayan filozof kadar taklitten ibaret olduğu.
Bazı şiirler akılla yazılır, bazıları yürekle, bazıları az da olsa kalple.
Kalp ile yürek farklı şeyleri anlatır.
Bazen insan şiire galebe çalar.
Bazen şiir insana.
Aradaki farklı dolduran ya kalp ya muhayyile ya da akıldır.
Şiir edebiyat ve gerçeklik arasındaki bağlantısızlığı ilk defa Sokrat tartışmıştı. Sonrasındaki tartışmalar onun değişik yansımaları…
Şiir sığınaktır bazen.
Şairler yalansı olmasa.
Melekler Şehrindeki tema aslında tam da demek istediğimi anlatır.
İnsandaki sancı onu kendinden öteye taşıyan sancı melekte yoktur.
“Meleğim!” dediğiniz zaman aslında insana iltifat değil hakaret edersiniz.
İnsanda olan melekte yoktur.
Eksik olan melektir.
Âdem’liğimiz Havva anamızdan önceydi.
Sonrasında ikilik geldi aslında.
Demlendikçe ademleşme isteğimiz artar.
Ve bir nefes, bir kafes, bir heves arasında hâlâ yürek taşıyanlara selam olsun!
Yâr ile hoş ağyarına nahoş yâran ile ser hoştur o.
Kehf’in insanları gibi, bedeni uyusa da sevdası uyanık ve aklı fazla olan insan gerek.
Ve hiç unutmamak gereken şey…
Bosna’ya Fatih’ten önce dervişlerimiz gelmişti.
Sarı Saltuk Orta Asya’dan esen nefesimizdi: “sıcacık.”
Bazen Ney’leştiğini düşündüğümü âlem Şey’leşiyor.
Şey’zen ile Şer’zen arasındaki kavgaya da “Modernite” diyoruz.
Demokrasinin sıkıntısı ise “Demos” olarak tanımlanan kitlenin niteliği oldu.
“Kratos” her zaman zaten vardı.
Türkiye’deki “Hümanizmin sıkıntısı “Human” olarak Eski Yunanı tanımak oldu.
Dünyanın talihsizliği şu: Akıllı insanların sayısı çoğaldı.
Onlar çoğaldıkça da dünyanın hissi azaldı; sonra çarpışır oldu emtia.
Hep “phone” derdine düşünce “ethics” kısmı askıda kalır: “Phonetics.”
Varlığa birliğe erliğe dirliğe selam olsun!