24 Kasım’da Türk hava sahasını ihlâl eden Rus jetinin düşürülmesinin üzerinden neredeyse iki hafta geçti. Bu süreç içerisinde Türk tarafının gerilimi azaltma girişimlerine karşın Rus tarafı, Türkiye’yi zor durumda bırakmak amacıyla “ekonomik yaptırım” kartını oynayarak tansiyonu yükseltme yolunu seçti. Dün de; İstanbul Boğazı’ndan geçen Rus savaş gemisi Caesar Kunikov’un güvertesinde bulunan Rus askerlerinden birisinin omzunda füze olduğu hâlde görüntülerinin ortaya çıkması, Rusya’nın gerilimi çok farklı noktaya taşımak istediğinin ipucu gibi görünmektedir. Emir komuta zincirinin çok sıkı şekilde uygulandığı askerî sistemde, bir askerin herhangi bir bahaneyle güverteye çıkıp füze ile poz vermesi olacak iş değildir! İstanbul Boğazı’nda yaşanan bu son hâdise, akla Ruslar’ın 70 yıl önceki politikasını getirmektedir.
I. Dünyâ Savaşı’nın ardından oluşan yeni dünyâ sisteminde; Osmanlı Devleti, Rus Çarlığı, Avusturya-Macaristan gibi imparatorluklar tasfiye olmuş yerlerine yeni devletler kurulmuştur. Lozan Andlaşması’na ek olarak 1923 yılında düzenlenen “Boğazlar Sözleşmesi” o dönemde Türkiye’nin Boğazlar’a istediği gibi asker yerleştirmesini engelliyor; ayrıca 10 devletin temsilcisinin oluşumuyla kurulan Boğazlar Komisyonu’nu, Boğazlar’ın suları üzerinde yetkili kılıyordu. Türkiye; 1936 yılında imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile Boğazlar bölgesinin Türk ordusu tarafından askerileştirilmesi hakkına sahip olmuştur. Ayrıca “pek yakın bir savaş tehdidi” durumunda savaş gemilerinin Boğazlar’dan geçişi konusunda Türkiye’nin dilediği gibi davranabileceği de sözleşmede düzenlenmiştir. Üstelik tehdit durumunun ortaya çıkıp çıkmadığının takdiri, Türkiye’ye bırakılmıştır. Türkiye’nin “pek yakın bir savaş tehdidi” koşullarının oluştuğu ve buna göre Boğazlar’dan geçişleri düzenleyeceğini ilân etmesi durumunda; ancak Milletler Cemiyeti Konseyi’nin üçte iki çoğunluğu ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne imza atan tarafların çoğunluğunun karşı çıkması koşuluyla Boğazlar’da geçiş serbestliği yeniden sağlanabilecektir. II. Dünyâ Savaşı’nın ardından kurulan Birleşmiş Milletler’in, Milletler Cemiyeti Konseyi’nin bu yetkisini kullanıp kullanamayacağı üzerinde henüz bir görüş birliğinin bulunmaması ise, olayı biraz daha karmaşık hâle getirmektedir.
1939 yılının Eylül ayında patlak veren II. Dünyâ Savaşı’nın henüz başında Moskova’ya dâvet edilen Türk Dışişleri Bakanı Şükrü Saracoğlu, burada sık sık Sovyet Dışişleri Bakanı Molotov’un Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin değiştirilmesine dâir baskısı ile karşılaşmıştır. Ruslar bu hamle ile Boğazlar üzerinde söz sahibi olmak için fırsat kollamışlar fakat başarılı olamamışlardır.
1945 yılında savaşın sonuna yaklaşılırken eli güçlenen Sovyetler Birliği; öncelikle 1925 yılında Türkiye ile imzaladıkları Dostluk ve Tarafsızlık Andlaşması’nı feshettiklerini ilân etmiş, ardından Boğazlar’da üs ile toprak talebini dile getirmişlerdir. Buna göre Ruslar Türkiye’nin egemenlik alanını Boğazlar’da kendileri ile paylaşmasının yanı sıra Kars ve Ardahan’ı da talep etmişlerdir. II. Dünyâ Savaşı’na girmeyerek ayakta kalan Türkiye, savaşın ardından Rus tarafının isteklerine iki kutuplu dünyâ düzeni ortaya çıkana kadar tek başına direnmiştir.
Târihçi Ahmed Cevdet Paşa’nın “Târih bilmeyen diplomat pusuladan anlamayan kaptana benzer. Her ikisinin de karaya oturmak tehlikesi vardır” vecizesini yeniden dillendirme zamanı… İstanbul Boğazı’ndan geçen Rus savaş gemisinden şehre füze gösterilmesi, Rusya’nın Montrö Boğazlar Sözleşmesi üzerinde de bir “çalışması” olduğunu akla getirmektedir. Ruslar’ın gerilimi en üst noktaya çıkartmak adına bir sonraki hamlesi toprak talebi mi olacaktır, onu da bekleyip göreceğiz.