Yaşamı boyunca iç dünyasını sergilemekten sakınan Nabokov’un mektupları, perdeyi aralayan, muammalı kurguların gerisindeki insanla tanışmamızı sağlayan ilk elden kaynaklar olarak önemli…
Edebî tür olarak mektupla, özel mektuplar arasında fark var: İlki zaten basılmak üzere yazılmış; diğerindeyse böyle bir gaye söz konusu değil. Ama özel mektuplar da, ünlü bir edebiyatçının elinden çıkmışsa şayet, genellikle bir edebi güzellik taşıyor ve yazarın ölümünden sonra arşiv değeri kazanıyor; biyografik çalışma yapmak isteyenler ve söz konusu edebî kişiliği daha yakından tanımak isteyenler için, paha biçilmez bir kaynak niteliğinde oluyor. Sevgili yazarım Nabokov’un mektupları için de aynı şey geçerli tabii.
Nabokov, romanlarında ve öykülerinde her zaman, yarattığı karakterlerle okuru arasına belli bir mesafe koymuş, bu mesafe marifetiyle, kendi iç dünyasını sergilemekten özenle sakınmış bir yazar. Yaşamı boyunca kamusal imajını dikkatle oluşturmuş, gazete ve dergi mülakatlarında soruları yazılı olarak cevaplamayı tercih etmiş, mülakatların son halini basılmadan önce görüp gerekli düzeltmeleri yapmakta ısrarcı olmuş; katıldığı televizyon programlarında, önceden hazırladığı notları kahve fincanlarının, vazoların ardına saklamaya gayret etmiş. Oluşturduğu gizemli ve oyunbaz yazar portresi, bir noktadan sonra onun gerçek kişiliğini, müstehzilik perdesinin gerisindeki asıl fikirlerini ayırt etmeyi zorlaştırmış. Nabokov’un mektupları, perdeyi aralayan, muammalı kurguların gerisindeki insanla tanışmamızı sağlayan ilk elden kaynaklar olarak önemli.
Yukarıdaki kitaplardan ilkini, yani 1940-1977 arası mektuplardan seçmeleri yakın zaman önce okudum. Açıklayıcı notlarıyla birlikte toplam 624 sayfalık bir kitap. Véra ve Dmitri Nabokov tarafından seçilmiş mektupların bazılarının aslı İngilizce; bazıları ise Rusçadan çevrilerek kitaba konmuş. Mektupların çoğu bizzat Nabokov tarafından, bazıları da onun adına eşi Véra tarafından yazılmış. Véra’nın yazıp gönderdiği mektuplar, esasen yayıncılara ve Nabokov’dan bilgi, mülakat, imzalı kitap ya da fotoğraf talep edenlere vs. yönelik. Bazen, Nabokov’un yoğun işlerinden başını kaldıramadığı zamanlarda, yakın dostlarına kocası yerine Véra’nın cevap verdiği de olmuş. Véra, Nabokov’un her şeyiydi zaten: Özel şoförü (Nabokov araba kullanamazdı), metinlerini temize çeken kişi (Nabokov daktilo kullanmayı hiç öğrenmedi), sekreteri (kocasının dikte ettiği edebi metinleri ve mektupları yazardı), eserlerinin ilk okuru ve eleştirmeni (edebi hususlarda, başkalarının dile getiremeyeceği sözler söylemek, uyarılarda bulunmak, Véra’nın ayrıcalığıydı). Çocukları Dmitri (opera sanatçısı, otomobil yarışçısı, playboy ve babasının başlıca çevirmeni olan ilginç bir figür), Rusça mektupların İngilizceye çevrilmesini üstlenmiş.
Giriş yazısına göre, Vladimir Nabokov’un yazışmalarının küçük bir bölümünü oluşturan bu mektuplar, edebiyatçının şu veçhelerini ortaya koyacak şekilde seçilmiş:
1. Nabokov’un yazar olarak evrimi ve yaratım sürecine dair kavrayışı
2. akademik etkinliği
3. tutkuları: böcekbilim ve satranç
4. hayatının bazı önemli detayları
5. aile ilişkileri
6. sanatsal ve kişisel ahlakı
7. bir bakkal alışverişi listesinden tutun, ailevi ya da sanatsal meselelere dair önemli mektuplara kadar her şeyde sergilediği mizah ve özgünlük.
1940, Nabokov ailesinin SS Champlain gemisiyle Amerika’ya göç ettiği yıl; 1977 ise Nabokov’un ölüm yılı. Dolayısıyla bu mektuplar, Nabokov’un Amerika macerasından ve hayatının son dönemini geçirdiği İsviçre’den enstantaneler sunuyor. Yazarın yayınevi temsilcileriyle ve dergi editörleriyle diyalogları arasında, zaman perspektifi içinde, Lolita’nın sorunlu yayın süreci ve Olympia Press’in yöneticisi Girodias’la yaşanan sorunlar ön plana çıkıyor. Aynı zaman akışı içinde bir başka dikkat çekici tema, “yetkili biyograf” olarak işe başlamasına kaşın, beklentilerle çok uyumsuz bir eser ortaya koyan Andrew Field’la Nabokov arasındaki, giderek bozulan ilişki. Romanların çevirilerinde çıkan sorunlar, Nabokov’un çeviri sürecine müdahaleleri dikkat çekiyor. Kadın yazarlara karşı önyargılı olduğunu belirten üstadın, çeviri alanında da cinsiyetçi bir alay ortaya koyduğunu görüyoruz: Rus Edebiyatı Dersleri’nde kıyasıya eleştirdiği Garnett’ın çevirilerini, bir mektubunda “Constance Garnett’ın kuru boku” diye anıyor. Dar (The Gift) romanının İngilizceye çevrilmesini arzu ettiğinden bahisle, “İngilizceyi Rusçadan daha iyi bilen bir adama ihtiyacım var – bir adam, kadın değil. Çevirmenler hususunda eşcinselim açıkçası,” diyor. Kendi eserleri hakkındaki görüşlerini okuyoruz; Karanlıkta Kahkaha adıyla tanıdığımız Camera Obscura’dan “en kötü romanlarımdan biri” diye bahsettiğini görüyoruz. Kimi yazar ve şairlere yönelik küçümseyici sözleri de, bu mektupların satırlarında yerini almış: “Bay T. S. Eliot, Bay Thomas Mann gibi koca üçkâğıtçılar”… “mide bulandırıcı, tamamen ikinci sınıf Bay Pound”… “Saul Bellow, sefil bir vasatlık”… “Mann, Galsworthy, Faulkner, Tagore ve Sartre’ın ‘büyük hüner sahipleri’ olduğunu söyleyerek öğrencileri yanlış yönlendirmeyi sürdürmek niye?”
Véra’nın elinden yazılmış bir mektupta, Nabokov’un kütüphaneci Elsie Torres’a yanıtı yer alıyor. Edebi varlığının Rus edebiyatına mı, Amerikan edebiyatına mı dahil edilmesi gerektiği hep tartışılan yazar, eserlerinin hangi raflarda yer alacağını tercih etme noktasında, tercihini Amerikan Edebiyatı kısmından yana koyuyor: En iyi eserlerini İngilizce olarak yazdığı için.
Bu mektuplarda, Nabokov’un eşsiz mizah anlayışını izlemek keyif verici: Writer’s Digest dergisinden Kirk Polking, ona “yazarın toplumsal sorumluluğu” başlıklı bir yazı için, 2000 kelime karşılığında 200 dolar önermiş. Nabokov, 13 Haziran 1969 tarihli mektubunda Polking’e şu yanıtı iletiyor:
“Sevgili Bay Polking,
“Yazarın toplumsal sorumluluğu var mıdır,” sualinize yanıtım:
“HAYIR
“Bana on sent borcunuz var, efendim.”
Vladimir Nabokov